Donnerstag, 4. Juni 2009

09.05.2009: Bolu F Tipi hapishanesinden tahliye oldum / İch wurde aus dem Bolu F-Typ Gefängnis entlassen / İ've been released from Bolu F Type prison

Mehmet BAKIR’dan teşekkür mesajı…

Dankanschreiben von Mehmet BAKIR…

Thanks from Mehmet BAKIR…

Remerciements de Mehmet BAKIR…


Artık dışarıdayım…


İstanbul, 18.05.2009

Merhaba!

Artık dışarıdayım…

9 Mayıs cumartesi günü Bolu F Tipi hapishanesinden tahliye oldum.

Hakkımda verilen para cezası yerine hapis yatmayı tercih etsem de ‘sayın’ devlet kabul etmedi.

Süründürmenin, belki bu nedenle bir daha hapse atmanın yolunu açmayı düşünmelerinin bir sonucu olarak şimdilik tahliye ettiler.

Şimdi en kısa sürede 1.666 YTL para cezasını bulup ödemem gerekecek.

Aksi halde haberim yokken yeniden yakalama kararı çıkarmaları mümkündür.

Tahliyemi öğrenmek için bile çok çaba harcamam gerekti.

Tahliye edileceğimi ancak 6 Mayıs’ta öğrenebildim.

Yani çıkmadan 3 gün önce…

Oradaki arkadaşları bırakarak çıkmak zorunda olmanın üzüntüsünü, dışarıdaki siz arkadaşlarımı ve dostlarımı yeniden görmenin veya yazışmanın sevincini yaşıyorum.

Hapiste görüştüğüm ve notlaştığım tüm arkadaşlar sizlere selam ve sevgilerini iletmemi istediler.

Toplamda 30 ay, ve son girişimde 17 ay kaldığım hapiste, zamanımı iyi değerlendirmeye çalıştığım için benim açımdan hızlı geçti.

Kötü koşullar ve son derece sıkıntılı dönemler yaşamama rağmen böyle değerlendiriyorum.

Hapiste kaldığım süre boyunca dışarıda bulunan birçok kişiden mektup aldım.

Bir kısım arkadaş ve dostlarla düzenli yazışmamız oldu.

Bazıları kitap, dergi, gazete ve diğer kimi ihtiyaçları karşıladı.

Almanya’dan Türkiyeli olmayan arkadaşlardan/dostlardan düzenli maddi destek aldım.

Uluslararası Af Örgütü’nün değişik ülkelerden üyelerinden çok sayıda dayanışma ve serbest bırakılamama dair kampanya mektupları aldım.

Bu kampanya sonucunda bir mektup arkadaşım büyük zahmet ve çeviri masraflarına katlanarak, örneğin, son 10 ayda bana 100’ün üzerinde mektup yazarak destek oldu.

Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu başından itibaren desteğini esirgemedi.

78’liler Girişimi başından itibaren desteğini sundu. Yurtiçi ve yurtdışından pek çok gazeteci meslektaşım üzerlerini düşeni yaptı.

Benimle yazışamayanların bir bölümünden dolaylı olarak selamlarını aldım.

Ailemden büyük destek aldım…

Kısacası; hapisteyken değişik boyutlarda ve belki bilgim dahi olmadan daha pek çok kişiden maddi ve manevi destek aldım.

Bu destekleriniz herkese, sizlere en içten teşekkürlerimi sunuyorum.


Selam ve sevgilerimle…

Mehmet BAKIR

(Gazeteci, İstanbul/Türkiye)



Dankanschreiben von Mehmet BAKIR…


İstanbul, 18.05.2009


Hallo!

Jetzt bin wieder draußen...
Samstag, am 9. Mai, wurde ich aus dem Bolu F-Typ Gefängnis entlassen.
Die verhängten Geldbußen wollte ich nicht bezahlen und stattdessen vermutlich weitere 8 Tage im Gefängnis verbringen. Der „ehrenwerte” türkische Staat hat das nicht akzeptiert. Auch um das zu erfahren musste ich mehrere Anträge stellen.
3 Tage vor meiner Entlassung (am 6. Mai) konnte ich erfahren, dass ich am 9. Mai entlassen werde und mir Zahlungsaufforderungen für Geldbußen danach mitgeteilt werden.

Jetzt muss ich die 1.667 YTL besorgen um erneute Knasteinsperrung zu vermeiden. Es geht für die Behörden darum, es mir nicht einfach zu machen und wohlmöglich einen weiteren Haftbefehl zu erlassen um mich wieder einzusperren.

Es ist erfreulich draußen zu sein, aber zugleich traurig für mich die Leute im Knast zurücklassen zu müssen…
İch freue mich, dass ich Euch wieder draußen treffen und schreiben kann.

Von jedem einzelnen meiner inhaftierten politischen Freunde und Genossen im F-Typ Knast Bolu soll ich viele Grüsse Euch alle richten…

İch habe jetzt am Stück 17 Monate meiner insgesamt 30monatigen Haftstrafe im Knast verbracht, dazu kommen noch die früheren 6 Monate aus der Untersuchungshaft. Die Zeit ist für mich relativ schnell vergangen. Es war aber selbstverständlich keine gute Zeit…

Trotzt der schlechten und harten Bedingungen hat mich die Unterstützung von „draußen“ durch Euch stärker gemacht. İch bekam Briefe, Bücher, Zeitschriften/Zeitungen und regelmäßige finanzielle Unterstützung von Freunden und Genossen, denen ich vielmals danken muss.


Amnesty İnternational und Amnesty İnternational-Mitglieder aus verschiedenen Ländern zeigten ihre Solidarität mit ihren Briefen an mich im Rahmen der Aİ-Kampagne.

Als Ergebnis dieser Kampagne gab es Leute die mehrmals an mich geschrieben haben. Als Beispiel: Allein von einem Aİ-Mitglied bekam ich in den letzten 10 Monaten über 100 (hundert) Briefe, unter hohem Übersetzungs- und Kostenaufwand…
Die „Solidaritätsplattform mit den inhaftierten Journalisten (in der Türkei)“ war von Anfang an solidarisch mit mir.

Ver.di in der BRD, einige İnitiativen und andere einzelne Personen gaben ihre Unterstützung.

İch habe große Unterstützung von meiner Familie bekommen...

Vielmals herzlichen Dank an alle, die ihre Unterstützung und Solidarität geleistet haben.


Mit freundlichen Grüssen.

Mehmet BAKIR

(Journalist, İstanbul/Türkei)


Thanks from Mehmet BAKIR…

İstanbul, 18.05.2009

İs now free again...


Hello!

İ am free again!

İ have been released from Bolu F Type prison on Saturday 9th of May.

Although İ preferred staying in prison in exchange for my law fine, the “honourable” Turkish government did not accept it.

As a way of making life miserable for me or as a result of thinking to find a way to put me in prison again, they released me for now…
Now, İ have to find 1.666 TL for the law fine and pay it. Otherwise, they may re-arrest me at any time again. I had to spend a lot of money, even to learn about my release. I only learned about it on 6th of May, in other words only three days before my release.
I feel the sadness of leaving my friends in prison and happiness of seeing or writing to you, to the friends outside. All the friends in prison that I met or corresponded with wanted me to send you their best wishes and greetings.

Staying for the last time 17 months of my in total 30 months of punishment in prison (and before that for 6 months), the time passed quickly for me as I tried to use it effectively. Although having bad conditions and boring times, I consider so. I got many letters from the people outside during the time I was in prison. I permanently received and sent letters to some friends. Some of them sent magazines; books, newspapers and some sent the other necessities. I always got financial support from the friends from Germany. I received many solidarity and campaign letters from the members of Amnesty International of different countries. As a result of this Aİ Campaign, one of my friends gave great support to me, for example she sent more than 100 letters in ten months with big expenses for translation to Turkish. The “Solidarity Platform for Arrested Journalists” supported me from the beginning to end. I received the greetings of those who could not write to me.

I received a big support from my family.

Shortly, I got both physical and psychological support from many people I know or even don’t know.

I would like to thank all of you for your support.


Best greetings and wishes.


Mehmet BAKIR

(Journalist, Istanbul/Turkey)




Remerciements de Mehmet BAKIR…


İstanbul, 18.05.2009


- Traduction automatique-


Est maintenant liberté encore...


Bonjour!

Je suis en plus liberté!

J'avais été libére de Bolu F Type prison samedi 9 de Mai.

Bien que j'aie préféré rester dans prison en échange de mon amende de la loi, le "gouvernement honorable " de Turquie l'a pas accepté.

Pour rendre la vie misérable pour moi ou en pensant pour trouver une possibilité pour me mettre encore une fois en prison, ils moi maintenant libéré…

Maintenant, j'ai à trouver 1.666 TL loi amende et le payer. Autrement, ils peuvent arrêter moi encore une fois. J'avais dépensé beaucoup d'argent,

même pour apprendre ma parution. Je pourrais apprendre ma parution sur les 6.th de mai, en d'autres termes seulement trois jours à ma parution.

Je sens la tristesse de laisser mes amis dans prison et bonheur de voir ou écrire à vous, aux amis à l'extérieur de. Tous les amis dans prison que j'ai rencontré ou ai correspondu voulaient que je vous envoie leurs meilleurs voeux et salutations.

Rester dans prison 30 mois totalement, et pour la dernière fois 17 mois, le temps est passé pour moi rapidement comme j'ai essayé de l'utiliser efficacement. Bien qu'avoir de mauvaises conditions et des temps ennuyeux, je considère donc. J'ai obtenu beaucoup de lettres des gens à l'extérieur de pendant le temps que j'étais dans prison. J'ai reçu en permanence et envoie des lettres à quelques amis. Quelques-uns envoient des magazines; les livres, journal et quelques-uns ont envoyé l'autre nécessité. J'ai toujours obtenu le support financier des amis d'Allemagne. J'ai reçu beaucoup de solidarité et lettres de la campagne des membres d'Amnistie International de pays différents. Par suite de cette compagnie, un de mes amis m'a donné, par exemple, le grand support elle a envoyé 100 lettres dans dix mois au lieu de la dépense de traduction aux Turcs plus alors. La Plate-forme de la Solidarité de Journaliste Arrêté m'a supporté du commencement pour terminer. J'ai reçu les salutations de ceux qui ne pourraient pas écrire à moi.

J'ai reçu un grand support de ma famille.

Bientôt, j'ai obtenu le support physique et psychologique de beaucoup de gens je sais ou égalise ne sachez pas.

J'aimerais remercier tout de vous à cause de votre support.

Meilleures salutations et voeux.

MEHMET BAKIR

(Journaliste, Istanbul/Turkey)

Montag, 10. November 2008

TÜRKİYE’DE TARİKATLAR

deutsch/alman: Die Lehre des Lichts verbreitet sich im Dunkeln


GÜCÜ VE ETKİSİ



FETHULAH GÜLEN VE DİĞERLERİ


*Osmanlı İmparatorluğunda Tarikatlar





Tarikat adları

Oluşumu

Kadiri

11. yüzyıl

Rifai

12. yüzyıl

Bektaşi

13. yüzyıl

Mevlevi

14. yüzyıl

Halveti

14. yüzyıl

Nakşibendî

14. yüzyıl

Bayrami

14. yüzyıl

Arvasi

19. yüzyıl

Süleymancı

20. yüzyıl

Nurcu

20. yüzyıl

Işıkçı

20.yüzyıl




Osmanlı imparatorluğu döneminde tarikatlar ve tekkeler resmen tanınıyordu.19. yüzyıla kadar onlar herhangi bir sınırlamaya tabi değillerdi.19. yüzyıldan sonra bu durum değişti.İmparatorluğun kabinesinde ikinci güç sahibi, büyük vezir’den sonraki kişiydi ve pozisyonun adı ‘şeyhülislam’dı. Bünyesinde bir de ‘şeyhler meclisi’ oluşturulmuştu. Kim şeyh olabilir ve hangi tekkede görev yapacaksa ve de orada hangi kuralların konacağını bu şeyhler meclisi belirliyordu. Türkiye cumhuriyeti 1923’de kurulana kadar böyle devam etti. Osmanlı imparatorluğu aynı zamanda şeyhlerin imparatorluğuydu. Acımasız keyfilikte fetvaların yer aldığı, İslami şeriat kurallarına göre yönetilen bir imparatorluktu.

*Türk Devleti’nde Dinci Yapıların V e Tarikatların Rolü

1923’de Türk Devleti’nin kurulmasıyla şeyhlerin imparatorluğuna son verildi. Tarikatlarla Kemalizm arasında keskinleşen iktidar çelişmeleri gelişti.

1924’den sonra tarikatlar ve tekkeler diyanet işleri Başkanlığı’na tabi oldu bir yıl sonra takriri sükûn kanunu ile 3 Mart 1925’de yasaklandılar. 3 Mart 1925’de ‘şeyh Sait Kürt isyanının’ bastırılması temelinde kuzey Kürdistan’da (Türkiye Kürdistan’ında) derhal sıkıyönetim ilan edildi. Türkiye ‘de karanlık bir dönem egemendi ve bu kanunla sendikal faaliyet de yasaklandı vb. Türkiye komünist partisi de yasaklandı. Partinin kurucusu olan 15 kişi daha sonra öldürüldü.’Laik’ Türkiye Cumhuriyeti’nde din devlete bağlı hale getirildi.’Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması’ laik anlayışla çelişse de bu durum günümüze kadar devam eden bir uygulamadır. Laikliğin Türk yorumu uygulanıyor. Din adamı, imamlar devletin atanan memurlarıdır. Diyanet işleri Başkanlığı’nın misyonu dini devlet kontrolü altında tutmaktır. Bu başkanlık sadece İslam dini ve Sünni mezhebine göre şekillenmiştir. Türk Devleti’nin bir dinin ve mezhebinin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Türk Devleti’ni ‘yarı laik’ değerlendirmekte yanlış olmayacaktır.

Din devlete hizmet ediyor ve devletin kontrolündedir Din eleştirisi bugün hala yasaktır ve ceza gerektiren, yani tabu olan alandır. Tarikatlar görünüşte “Tarihe Karışmıştır” Fakat onlar tüm zaman boyunca var oldular. Her şeyden önce politikada kuvvetle hissedilmektedirler. Medyada ve ekonomide kendini hissettiriyorlar. Gerçekte kim şeyh veya sahte şeyhtir denen, ne kadar sahte belli değildir.

1980 askeri cunta döneminde görüleceği gibi, sol devrimci harekete karşı kullanılan ve kontrol edilen dincilik ters tepti ve devlete karşı yönelmeye başladı. Dinciler kendilerine biçilen rollerden daha fazlasını istemeye başladılar. Yani iktidarı. Kemalist kesim ile dinciler arasındaki iktidar mücadelesi zaman zaman sertleşiyor ‘ılımlı İslam’ tanımlamasını en çok hak eden bugünkü AKP hükümeti döneminde dahi Kemalist kesim paranoid bir biçimde hükümetle aralarındaki çelişmeyi sertleştiriyor.

* Tarikatların Gerçek İsteği

Her tarikat veya cemaat adını imamdan, daha doğru tanımla en tepedeki adam – erkekten alır. Caminin ve imamın olduğu yerde Müslüman cemaati içinde mutlaka bir tarikat bulunur.

Tarikatların kendine biçtikleri görev, İslam’ın emirlerini cemaate aktarmaktır. Daha radikal dinciler için cemaat demek; İslam ve dolayısıyla Allah için cihat için kararlı cemaat demektir. İslami kurallar şeriata göre yönetmek ise Kuran’da ve Peygamber Hz. Muhammed’in Sözlerinde belirlenmiştir. Şeriat rejimi istenen rejimdir. Bazıları bunu seçimler yoluyla, bazıları iktidarı zor yoluyla ele geçirmek şeklinde savunuyorlar.

Arvasiler, Nurcular, Süleymancılar ve Işıkçılar Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ortaya çıkan en büyük tarikatlardır. Bunların dışında şeriat rejimi isteyen ‘tarikatlar üstü’ İBDA-C, Hizbullah, Milli Görüş, Hizbu-t Tahrir gibi politik örgütlenmelerde hesaba katılmak zorundadır.

*Para, İktidar Ve Dahası… En Önemli Tarikatlar

*Süleymancılar En Politikler

Süleymancılar Nakşibendîlerden gelen bir tarikattır. Adlarını Süleyman Hilmi Tunahan’dan almaktadırlar. 1979’da öldüğünde cenaze merasimine 50 bin kişi katılmıştı. Süleymancıların bugünkü yöneticisi bir dönem ANAP’da bakanlık yaptı. Süleyman’ın ölümünden sonra bölünmeler yaşadılar. 1981’ de ortaya çıkan Hüseyin Kaplan bunlardan biriydi ve müritlerine kaplancılar dendi. Hüseyin Kaplan öldükten sonra da oğlu Metin Kaplan başa geçti. Daha şimdiden ‘Anadolu İslam Federe Devleti’ni ilan ettiler. Militan bir şekilde Kemalist rejimin yıkılmasını istiyorlar. Başka şeylerin yanı sıra Metin Kaplan, Anıtkabire’ bombalı saldırı girişiminden dolayı Alman devleti tarafından Türkiye’ye teslim edildi ve cezaevinde bulunuyor.

*Nakşibendîler

Daha çok politik alanda etkinler. Bir zamanlar ANAP başkanı ve Başbakan olan Turgut Özal Milli Görüş Hareketi’nin ideologu ve Saadet Partisi’nin başkanı Necmettin Erbakan Nakşibendî Tarikatı mensubudur. AKP’nin Başkanı ve Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ da Nakşibendîci olarak biliniyor. AKP kabinesinin % 50’sinden fazlasının Nakşibendîci olduğu bilinmektedir

Eğitim, medya ve ekonomi alanlarında böyle bir Tarikatın gücünü tahmin etmek zor olmasa gerek

*Işıkçılar

Işıkçılar da Nakşibendî kökenlidir. Hüseyin Hilmi Işık bu tarikatın kurucusudur. Daha çok Türk-İslam sentezine dayanıyordu. 2001 yılında öldü. Işık, İhlâs Holding Başkanı Enver Ören’le tanıştı ve kızını Enver Ören ile evlendirdi. İhlâs Holding endüstri, inşaat, eğitim, bankacılık ve medya alanında faaliyet yürütüyor. TGRT adında iki TV kanalı ve aynı adla bir radyoya, İhlâs Haber Ajansı’na ve Türkiye adında bir gazeteye sahiptir. Işıkçılar da politik olarak biliniyorlar. Bozkurt olarak bilinen faşist MHP’ye merkez sağ parti olarak bilinen Süleyman Demirel’in kurduğu DYP- AP’ye oldukça yakın duran tarikattır. Malatya’da efanjelist Hristiyanların katledilmesinde katillerle bu Tarikat ihlâs holding’e bağlı bir kuruluşla açık bir bağın olduğu ortaya çıktı.

*NURCU TARİKATI

Nurcu Tarikatı adını 1876’da Bitlis ilinde doğan Sait Nursi’den alıyor. Sait’i Nursi Kürt olmasından, Kürt hareketiyle bağları nedeniyle Sadi Kürdi olarak da adlandırılıyor. Nursi 1960’da Urfa’da ölmüştür.

Sait Nursi’nin ortaya çıkışı, Kürt Hareketi ve isyanıyla yakından ilgili olması, şeriat ve halifelik istemiyle, 1957’lerde Menderes hükümeti ile yakın bağlar içinde olması ve günümüzde en güçlü durumda olan Nurcu Fethullah Gülen Cemaati’nce bu tarikatın bulunduğu yer bakımından enteresandır. Bu Yüzden burada Nurcu Tarikatı’na ve etkisine daha çok yer vermek gerekiyor.

Sait Nursi doğduğu yerden İstanbul’a kurtuluş savaşı yıllarında yıkılmakta olan Osmanlı İmparatorluğu yıllarında 31 Mart ayaklanmasına katılmıştır. 31 Mart ayaklanması hilafet ve şeriat kurallarıyla yönetilen yeni bir devlet kurma talebine dayanmaktadır.

Ayaklanma Kemalist hareket tarafından bastırılır. Isparta ilindeki sürgünden tekrar çıkan Sait Nursi o yıllarda kurulan ilk Kürt cemiyetlerinden olan Kürt Teali Cemiyeti kurucuları arasında yer alır.

1922’de yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin meclisine resmi törenle karşılanmak üzere davet edilir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra 1925’de gerçekleşen Şeyh Sait Kürt isyanına katıldığı için İstiklal Mahkemeleri’nce yargılanıp birden fazla ile sürgün edilir. Sürgünde olduğu Barla’da Nur Külliyatı’nı yazmaya başlayarak Nurcu Tarikatı’nın temellerini atmaya başlar. Bu dönemden sonra Kürt ulusal hareketinden vazgeçmiş görünmekte, tarikat yapılanmasıyla kendini sınırlamış olmaktadır. Nur Külliyatı’dan sonra ‘bütün İslam âleminin muhtaç olduğu bir filozof’ olarak görülmeye başlanmıştır. ‘ Zamanın emsalsiz, benzersiz’ i anlamında Bedüzzaman unvanını almıştır müritlerince.

Din ve politikayla yakından ilgilenmeyi sürdürüyor. Ve 1935,1943 ve 1947’de hapse atılıyor. 1950’den sonra tek partili iktidara son verildikten sonra yıldızı parlayan Adnan Menderes’in Demokrat Parti (DP) ve 1957’de DP hükümeti ile yakın ilişki içine giriyor.

1960 Askeri cuntası DP hükümetini devirdi. Ve Adnan Menderes ile arkadaşlarını idam etti. 29 Mart 1960 yılında ölen Sait Nursi’nin cesedinin cunta subaylarınca bilinmeyen bir yere konmak üzere kaldırıldığı bilinmektedir.

Sait Nursi çarşafın kadınlar için ‘kale ve siper’ olduğunu savunmuştur. Kadınların TC mahkemelerinde boşanmalarını ‘ İslam onuruna ve şerefine yakışmadığını’ savunmuştur. Siyasetin dine tabi olmasını, yani din esaslı devlet düzeni olan şeriatı savunmuştur.(Bedüzzaman, 1958, sf. 24–27 Hanımlar Rehberi, sf. 5- 6)

Şeriat ve Kürt isyanına karışmasına ve bu yüzden sürgün edilmesine, hapiste yatmasına, 1960 askeri cuntasında Menderes’e desteğinden ötürü hedeflerden biri haline gelmesine rağmen Nurcu tarikatı bugün Fethullah Gülen cemaati şahsında en parlak dönemini yaşayan bir Tarikat olmayı sürdürmektedir. 11 yıl önce Tarikat örgütlenmesi ve devleti şeriat düzeni temelinde yıkmak istemesi iddiasıyla soruşturma açılan Gülen cemaati gücünden herhangi bir belirgin kayba uğramamıştır. Soruşturma adeta askıya alınmış görünmektedir. Gülen hala ABD’dedir.

Harun Yahya adıyla ortaya çıkan Adnan Oktar ‘Bilim’ Araştırma vakfı da Fethullah Gülen’in cemaati çizgisindedir. Evrim Teorisi’ne karşı ‘Bilim’ ve ‘ Allah Adına’ çalışmalarını sürdürmektedir. Adnan Oktar ve çevresi hakkında soruşturma başlamıştı. Bu vakıf ve Adnan Oktar buna rağmen yayınladığı kitaplarla devlet okullarının bazılarında ders kitabı olarak okutulduğu gündeme geldi.

*Bugünkü Fethullah Gülen Nurculuğu Ne İstiyor?

1996-97’de Fethullah Gülen’e ait sesli ve görüntülü kayıtlar üzerinden soruşturma başlatıldı. Vaiz ve ‘Eğitim’ amaçlı konuşmaları bir dönem yoğun olarak medya tarafından kamuoyuna yansıtıldı. Fethullah Gülen’in dergisi olan ‘Sızıntı’nın konuşma kasetlerini çoğaltıp Mekke’de sattığı içerik de gündeme taşındı. Bu konuşmalarında Fethullah Gülen gerçek amacını ve isteğini ifade ediyor, dini esaslara dayalı Teokratik devletin strateji ve taktiklerini anlatıyordu. Bu uğurdaki çalışmalarının açıktan şeriat istemiyle yapmadan; uzun vadeli, çok yönlü bir örgütlenmeyi dikkatleri üzerine çekmeden yapmaya çalışmak gerektiğini anlatıyordu. İnsanlarını bu temelde göreve çağırıyordu. Hakkında açılan soruşturma bu açık konuşmalara dayanıyordu.

Bugünkü Nurcu Tarikatı’nın Fethullah Gülen ekolü klasik tarikat görünümünden uzaktır. Modern görünüme özen gösteren, koşullara uygun gelişme ilke ve taktiklerle şekillenen bir hat izlemektedir. ‘Ilımlı’ görünmek istemektedir. Ilımlı görünmeyi başarmış görünüyor. Şeriata dayalı Devlet- iktidar isteminden vazgeçmiş, sadece düşündüğü tarzda dini inancını yaşamak isteyen bir cemaat değildir. Saidi Nursi’nin öğretilerini adım adım takip eden bir çizgiye sahiptir. Bu öğretinin temel taşı şeriat rejimidir.’Dinler Arası Diyalog’ çalışmaları 11 Eylül sonrası gündeme oturtulan çalışmalardır. İmaj ve makyaj çalışmalarıdır.

*5- MAİDE:

51- Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez. (Kuran)

Fethullah Gülen’in ‘dinler arası diyalog’ çabasının samimi ve dostça bir girişim olduğundan şüphe etmek, Gülen’in ‘ılımlı İslam’ yaklaşımında olamayacağını düşünmek ona haksızlık olmayacaktır.

*Fethullah Gülen Kimdir?

F. Gülen (1941) Erzurum ilinde doğdu. Din adamı olarak camilerde görev yaptı. Son yıllarda İstanbul’un büyük camilerinde vaiz verdi. Vaizlerinde mutlaka gözyaşı döküp ağlayarak dinleyen cemaati de gözyaşına boğar. Cemaati duygusal olarak etkiyen biri olarak çok bilinir. Kendi televizyon ve radyolarında bu vaizler canlı olarak verilir. Daha sonraları tekrarı yayınlanırdı. ABD’deyken de videobant’a alınan görüntülü- sesli konuşmaları aynı şekilde yayınlanmaktadır. Fettullah Gülen yanlıları ona ‘Hoca Efendi’ diyerek hitap ederler. F. Gülen de Saidi Nursi’den söz ettiğinde ondan genellikle ‘Bedüzzaman’ diye hitap eder. Saidi Nursi ’nin öğretilerine sıkıca bağlıdır. Her vaazında onun öğretilerine atıfta bulunur ve ‘yüce’liğini hatırlatır. Fethullah Gülen günümüzde batıda ‘İslam Öğretileri Liberal Düşüncelerle Savunan ve Dinler Arası Diyalogdan yana, ılımlı İslamcı’ olarak tanımlanıyor. İslam dininin bir lideri olarak Hıristiyan, Yahudi din liderleriyle ‘zirve’ görüşmeleri yapmıştı. 11 Eylül sonrası İslam karşıtı furya geliştiğinde, böyle bir zirvenin ‘İslam Fobisi’ne ılımlı hava katacağından yola çıkılıyordu. Bunda kısmi bir başarı sağlandığı söylenmelidir. F. Gülen’in ülke dışında bulunduğu şu sıralarda çeşitli ülkelerin siyaset adamlarıyla, üniversite yöneticileriyle de ‘zirve’leri oldu. Bunlar basına da yansıdı. Tüm bunlar ‘ılımlı İslamcı’ değerlendirmelerini arttırdı.

Bu yüzdendir ki örneğin, ekonomi dergisi Forbes 2008’deki sayısında F. Gülen’i ‘tüm Müslümanlara ilham veren vaiz’ci , ‘Seküler devleti yıkmak ve şeriat devleti kurmak gibi bir gayesi olmayan’ kişi, Nurcu Tarikatından olmasına rağmen modernite ile bütünleşen öğretileri savunan ‘kişi’ olarak değerlendirdi.

* F. Gülen Cemaati Ve Klasik Şeriatçılık

F. Gülen Cemaati bilinen klasik Şeriatçı gericilerden farklıdır. Daha modern görünümlü ve söylemli, daha ‘ılımlı’ bir İslam görünümüne sahiptir. Görünüşte laikliğe karşı da değil. Bütün bunlar ‘Görünüş’ ü yansıtıyor, gerçeği değil. İslam da reformun olmayacağı, Kuran’ın aynı zaman toplum düzeninin yaşamını düzenleyen şeriat kurallarını içerdiği, bunların yerine getirilmesi gereken emir ( farz) olduğunu savunur tarikatlar. Nurcu Tarikatı da öyle dolayısıyla F.Gülen Cemaati’nin de gerçek düşünceleridir. F.Gülen cemaati, kendisinin ifade ettiği gibi, şeriata giden yolda yapacakları çalışmalarda; dikkat çekmeden, uzun vadeli hazırlık öngörüyor. Devlet bürokrasisiyle iyi ilişkiler geliştirmek ve oralardan insan kazanmak, oralara kendi insanlarını yerleştirmek, sivri çıkışlardan kaçınmak gerektiğini özellikle belirtiyor. Eğitim kurumlarında gençliğe yönelik geniş yelpazede bir çalışmayı hedefliyor ve bunu yapıyordu. Cemaat olarak güçlü bir ekonomik örgütlenmeye özel önem veriyor. Tüm bunları pratikte ‘başarılı’ bir şekilde uyguladığını söyleyebiliriz.

F. Gülen’in ve cemaatinin dönemlerin hükümetleri ve partileriyle iyi ilişkiler geliştirmek, seçimlerde onlara oy verme desteği karşılığında onların desteğini alma politikası güdüyor. Örneğin; ‘sosyal demokrat’ olarak bilinen Ecevit’in partisinin seçimlerde oy patlamasını yapacağını gördüğünde, Ecevit’le görüşme yapmış, açıkça DSP’yi destekleyeceğini ilan etmişti. Ecevit’ ten karşılığını almıştı. F. Gülen cemaatinin ülke içindeki ve ülke dışındaki faaliyetlerinden övgüyle söz etmişti. Bugün Gülen cemaati AKP’nin ve hükümetinin destekçisidir. Tüm bunlar F.Gülen yandaşı ekonomik kuruluşlara kolaylık sağladığını belirtmek gerekir aynı zamanda.

F. Gülen Cemaati’nin bugün devlet kuruluşları içinde güçlü bir konumu vardır. Polis, eğitim kurumları ve diğer kimi devlet kuruluşlarında kalıcı bir temel attıkları görülmektedir.

Kısacası, F.Gülen cemaati Nurcu tarikatı izinde derinden ve enterne bir çalışma ve örgütlenme yürütmektedir. ‘Takiye’ yaparak faaliyet yürütme konusunda özel bir yere sahiptir. Bu çalışma ve başarıları nedeniyle de, diğer tarikatlar için bir çekim merkezi oluşturmaktadır.

* F. Gülen Cemaatinin Sermaye Gücü

Türkiye’de İslami sermayenin 50 milyar dolar olduğu ve bunun 25 milyar dolarının sadece F.Gülen cemaatinin yani, Nurcu tarikatının olduğu ileri sürülmektedir.1982 yılından itibaren doğrudan F.Gülen’in tarikat mensubu veya yakını olan sermaye çevrelerini örgütlemek için toplantılar yaptığı iddia edilmiştir.1982’de Konya ilinde, daha sonrası bir zamanda Trakya bölgesinde Keşan ilçesinde toplantılar yapıldığı ileri sürülmüştür.

F.Gülen cemaatinin yıllık iş hacmini, şirketler bazında, 2 milyar dolar hesaplayanlar var. 56’sı büyük olmak üzere 500 kadar şirketin cemaat bünyesinde bulunduğu biliniyor. Gülen’in onayıyla kurulan İş Hayatı Dayanışma Derneği’nin (İŞHAD) 2000’in üzerinde üyesi bulunduğu, bunların 500 kadarının iş adamı olduğu, ayrıca 17 kadar değişik iş adamları derneklerinin Gülen’i desteklediği ileri sürülmektedir.

1966’da kurulan Asya Finans bankasının 2 milyar YTL ile kurulduğu ve günlük işlem hacminin 1 milyar YTL olduğu tespit edilmektedir. Türkiye’ de Fatih Üniversiteleri 3 tanedir. Azerbaycan’da Çağdaş Öğretim İşletmeleri, Kafkas ve Kazakistan’da Feza Gazetecilik, Ankara’da Örs Hastanesi, Türkiye genelinde 400 kadar şubesi bulunan Işık Sigorta, Gebze Araştırma ve Pazarlama Şirketi bulunmaktadır. Türkiye genelinde 200’ün üzerinde özel okulu, 1000’i aşkın ‘Işık Evi’, 500’e yakın Dershane ve Kurs, 500 kadar öğrenci yurdu, 54 ülkede 150 kadar okul ve 21 öğrenci yurdu, 200 kadar vakıf (sadece İzmir’deki Akyazılı vakfının 300 kadar gayrimenkulü, 46 yurdu, 16 dershanesi ve kimi ticari işyerleri bulunmaktadır.) faaliyettedir. F. Gülen cemaati medya alanında da büyük bir güce, gizli olmayan bir güce sahiptir. ‘Hoca Efendi’ Gülen’in mesajlarını taşıyan kuruluşlardır. Türkiye genelinde 25 radyosu vardır. Bunlardan Mert FM ve Burç FM ulusal çapta yayın yapmaktadırlar. Samanyolu TV (STV), Zaman Gazetesi, Aksiyon ve Sızıntı dergileri de bu medya gücünün önemli parçalarıdır. Sızıntı dergisi felsefi idealizmi propaganda eden eski dergilerden biridir. Zaman gazetesi en çok satılan ücretsiz dağıtılan gazetelerin başında yer almaktadır. Zaman aynı zamanda Türkî Cumhuriyetlerinde ve Avrupa’da günlük yayınlanmaktadır. Kafkaslarda yerel dillerde çıkmaktadır. STV’nin Azerbaycanca yayın yapması da Türk TV’leri alanında tektir. Ayrıca Cihan Haber ajansı da bugün Türkiye de ve Türkî Cumhuriyetlerde büyük ajanslar arasındadır.

F.Gülen cemaatinin Türkiye dışındaki okul, kurs, kültür merkezi gibi kuruluşlarda Türk-İslam sentezi doğrultusunda çalışmalar yaptıklarını propaganda ediyorlar. Bunların tanıtımını yaptıkları durumlarda bu okullarda 7 binden fazla öğretmen çalıştırmaktadırlar. Dershanelerde, ışık evlerinde ve öğrenci yurtlarında kız erkek öğrenciler ‘Abi’ ve ‘Abla’ olarak adlandırdıkları özel görevli öğrencilerle-görevlilerce özel dini eğitime tutulmaktadırlar. Başı açık kızlar bir süre sonra başını bağlar hale gelmekte ve ailelerinin kendileri gibi düşünüp yaşamaması durumunda onları kâfir (din dışına çıkmış) ilan edip kendilerini ailelerinden koparmaktadırlar. Fethullah Gülen cemaatinin ‘Aydın’ müritlerine dönüşmektedirler.

2007’de İncil basıp dağıtan zirve yayınları çalışanlarını öldürenlerin ışıkçı tarikatının bir parçası olan İhlâs Holding’in bir kuruluşu olan yurtta kaldıklarında, Işık Evi’nde Saidi Nursi öğretilerinin eğitimini aldıklarını söylemeleri çok da şaşılacak bir bilgi olmasa gerekir.

EK:

Bir Tartışma:

‘Ilımlı İslam’ veya İslam’da Reform’ ne kadar mümkün?

‘Ilımlı İslam’ tanımı bugün İslam akımları içinde bir gerçeği ifade etmekten çok olması istenen isteği ifade ediyor. ‘Ilımlı İslam’ isteği İslam’ı savunan dini akımların kendi içinden çıkan bir istem değil. Batı Kapitalist- Emperyalist ülkelerin, başta ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) çerçevesinde arzulanan bir istem ve plandır. Doğrudan emperyalizmin güdümünde olmayan veya güdümünden çıkan, çıkma eğiliminde olan El Kaide, Hamas, Hizbullah vb. gibi radikal siyasi İslami hareketlerin gelişimine karşın, batıyla iç içe ve kontrol edilebilir, Uşak- İşbirlikçi konumuna yatkın ‘İslam içinde güvenilir müttefik’ akımı ifade etmektedir. Suudi Arabistan’ın şeriat rejimi kontrol dahilinde müttefik rejimidir. Batılı emperyalistlerin iyi geçindikleri rejimdir. Hatta bu rejim üzerinden ‘Petrol Daha Güvencede’ göründüğünü söyleyebiliriz. Buna karşın İran, El Kaide Öncülüğündeki Afganistan veya Filistin’de Hamas’ın, Lübnan’da Hizbullah’ın, Mısır ve Cezayir’de benzeri radikal İslami Hareketlerin hâkim olacakları rejimler ve ülkeler emperyalist- kapitalist kontrol dışına çıkmış, çıkma ihtimali olan, emperyalist dengeleri değiştiren veya ‘baş ağrıtan’ siyasal rejimlerin olması istenmemektedir. Geçici de olsa istenmeyeceği doğaldır, çünkü çıkarlara uygun olmayacaktır. Bugün İslami hareketlerin önde gelen radikal kesimi ‘anti –Amerikancı’ görünümündedir çünkü karşı karşıya geldikleri güç odur. Dünya jandarması durumundaki ABD’dir. Ne ABD ne diğer batılı emperyalist devletler kontrol dışında gelişecek bir odak istemezler. Bir dönemin Baas rejimi, şimdinin şeriatla yönetilen İran’ı istenmeyen siyasi odaklardır.

Siyasi radikal İslam’ın yaratacağı bir anti- kapitalist tehlike olmamasına rağmen, bilakis kapitalist sistem olmasına rağmen, en baskıcı koşullar oluşturup emek sömürüsü için en elverişli oluşturmasına rağmen, kontrol dışında gelişecek bir odak istenmemektedir.

Bu yüzden kontrol dışına çıkacak bir radikal İslam’a karşılık olarak ‘Ilımlı İslam’ modeli batıyla entegre olmuş model olacak demektir.

‘Ilımlı’dan kasıt öncelikle İslam’ın kendi içinde esnekleşmesi, reforme edilip burjuva hukukuna uyması, şeriat rejiminden vazgeçmesi değil, geçici de olsa kurulu emperyalist dünya sisteminden kopmamasıdır. Mevcut kapitalist ‘batı yanlısı’ rejimler içinde, örneğin TC rejimi içinde, rolünün olması, onu değiştirmeye kalkmamasıdır. Batıdaki Hıristiyan veya kimi Cumhuriyetçi partiler gibi olmasıdır. Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın AKP’sinin ‘Ilımlı İslamcı’ olarak görülmesinin nedeni budur. Evet, AKP’nin mevcut rejimi yıkıp şeriat rejimi kurmak istemediğini söyleyebiliriz. Bu anlamda tanımlandığı şekliyle Ilımlı İslamcıdır. Mevcut düzen partilerinden biridir. Sisteme ve batılı devletlere entegre olmuş partidir. Kemalist kesimin paranoya veya abartı düzeyinde AKP’nin şeriat düzenini getirmek istediği iddiası gerçeği yansıtmaktan uzaktır. AKP’nin şeriat ile bağı, mevcut sistem içinde daha çok İslami yaşantıyı uygulamaya sokmaktır. Bunun, örneğin, Almanya’daki CDU-CSU’ dan özde farklı bir politik-dini bir yaklaşım olmadığı söylenebilir. Üniversitelerde türbanın serbestliğini istemesi AKP’nin şeriat rejimi getirmek için attığı bir adım anlamına gelmiyor.’Türban Kuran’ın Emri’ bir şeriat yasası olarak savunulsa da, bu rejim değişikliği isteği şeklinde değerlendirilemez.

Bugün Dünyada ve Türkiye’de üç İslami akımdan söz edebiliriz. Şeriat rejimi isteyen radikal İslam, mevcut rejimleri değiştirmek isteyen İslami akımdır. Şeriat rejimi isteyip bunu açıktan ilan etmeden örgütlenen, açıktan henüz ilan etmenin zamanı olmadığını, rejimin hedefi haline gelmek kaygı ve korkusu taşıyan İslami akım var. Üçüncü olarak da mevcut sistemi kabullenen, batı yanlısı “Ilımlı İslamcı” akım var.

Bu akımların her birinin her bir ülkede birbirleriyle benzeştikleri, ortak yönleri olduğu gibi, ayrıldıkları ve birbirlerinden jeo-politik farklılıkları vardır elbette. Yine de kabaca bu üç kategoride İslami akımları tanımlamak mümkündür.

Ilımlı İslami partilerden farklı olarak ‘Ilımlı İslam’i tarikat ve cemaatlerin ne kadar ‘Ilımlı’ olabileceği tartışılmalıdır. Onların Kuran’ı, Kuran’ın insan ve toplum yaşamı hakkında emredici dogmalara nasıl baktıklarına bağlı olarak ele alınmak zorundadır. Günümüz Müslüman dünyasında İslam’ı reforme eden bir akım yok gibidir. Buna öncelikle dini akımlar izin vermemekte, reforma gerek olmadığı temelinde karşı çıkmaktadırlar. Varsa bile böyle akımlar baskı altında seslerini çıkaramaz durumdadırlar. Aleviliği İslam’ın beş mezhebinden biri saysak bile ki tartışmalıdır, Aleviliğin İslam’da reform iddiasıyla bir çıkışı yoktur. Aleviliğin daha ılımlı, daha Demokrat olmasının bir nedeni, diğer mezheplerin ve onların egemen olduğu devletin baskısının varlığıdır. Kısacası İslam içinde dinin reforme edilmesini savunan din akımı oluşmuş veya olgunlaşmış değildir. Batılı kapitalist gelişmenin dayatmalarının bir süreci hızlandırması mümkündür. Bugün başta ABD’nin başı çektiği ‘Ilımlı İslam’ yaratma tezinin ne kadar etki yaratacağı süreç içinde görülecektir. Alman Protestan din adamı Martin Luther (1483–1546) gibi bir öncünün İslam’da ortaya çıkması şu andaki verilere göre uzak bir ihtimaldir.

Türkiye gibi yarı-laik ülkelerin devletleri bile dinde reformu teşvik etmemektedir. Diyanet işleri Başkanlığı gibi devlet kuruluşlarına sahip olmaları, Devlet bütçesinden ikinci-üçüncü sırada en büyük bütçe payını bu kuruma ayırdıkları, din adamlarını devlet memuru olarak atadıkları halde; kapitalist sistemin ekonomik- hukuksal işleyişi gereği dinde reformun gereğini dile getirmemektedirler. Sistem gerekli gördüğünde Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla sistemin uygun gördüğü tarzda ‘fetva’ verdirerek çözmeyi tercih etmektedir. Kemalist din akademisyenleri bile İslam’ın yeterince çağdaş olduğunu vurgulayarak dinde reformun gereksizliğine vurgu yapmaktadır. Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk bilinen ve önde gelen isimlerdir. Örneğin, yani en “Ilımlılar” dahi reformsuz İslamcıdırlar.

Geriye Ne Kalıyor? Dinler arası Diyalog Enstitüsü’nün ( Teksas Haustan, ABD merkezli) üyesi Fethullah Gülen mi Kalıyor? ABD’nin besleyip yarattığı El Kaide - Taliban – Usame Bin Ladin’i hatırlamak gerekir. Kimin kimi, ne için ve nereye kadar kullanacağı belli olmuyor.


Mehmet Bakır


Bolu F Tipi Cezaevi


Bolu

Dienstag, 8. Juli 2008

Mehmet Bakır'a iletişim ve haberleşme araçlarından yoksun bırakma cezası verildi!

Mehmet Bakır bundan yaklaşık bir ay önce tutuklu bulunduğu Bolu F Tipi' nde, "haberleşme ve iletişim araçlarından yoksun bırakma" cezasına çarptırıldı. Aşağıda bu cezaya ilişkin kendisinin açıklamaları bulunmaktadır,

Annemle 24 Mayıs 2008 de açık görüşe gidiş-geliş sırasında yapılan üst aranması sırasında "keyfi aramaya son !" dediğim için (Ahmet Özen ve Resul Kocatürk de aynı esnada ve onlara dair de) disiplin soruşturmam 01.04.2008 günü karara bağlanmış ve bir ay süreyle " Haberleşme veya İletişim Araçlarından Yoksun Bırakma Cezası " verilmişti.

5275 sayılı Kanunun 42.maddesinin 2.fıkrasının " e " bendine göre "Gereksiz olarak marş söylemek ve slogan atmak " gerekçesine dayandırılıyor..Dedektör aramasına tekrar direnerek " Keyfi aramaya son ! şeklinde slogan attıkları " şeklinde, biz açık görüşte bulunan üç kişi hakkında tutanak tutulmuştur..

Buna 5275 sayılı kanunun 4.fıkrası gereği " sözlü ve yazılı savunma yapma hakkı "nı belirtilen 3 gün içinde itirazla bildirmek gerekiyordu. Bu kanuna dayanarak ve görevli çağırarak "sözlü savunma " hakkını kullanmak üzere (ben ve Resul olarak ) 27.03.2008 günü ilettik..Bu talebimiz ve hakkımız " yazılı dilekçe " ile yapılmadığından kabul edilmedi., 25.05.2008 de bize isnat edilen "suç" a ve verilen disiplin kararına yazılı olarak 28.03.2008 günü, ben ve Resul ortak imzayla bildirdik..Kİ ,ben ve Resul aynı hücrede kalıyoruz.

Bu dilekçemiz ve itirazımız aynı gün olan 28.03.2008 tarihinde " toplu imza attığımız " gerekçisiyle ve ayrı ayrı yazmamamız halinde işleme konmayacağı, ayrıca " idarenin dilekçeleri fotokopi çekme yükümlüğünün bulunmadığı "gerekçesiyle söz konusu yazılı itirazımız da işleme konulmamıştır. Sözlü ve yazılı savunmamız işleme konmadı. Verilen karara 15gün içinde itiraz süresi içinde 16.04.2008 tarihinde Bolu İnfaz Hakimliği'ne yaptığımız itirazımız verilen cezanın " usul ve yasaya uygun olduğuna " na karar verilerek 24.04.2008 tarihli yazıyla\kararla reddedilmiştir. Bolu İnfaz Hakimliği'nin bu onama kararına bu kez de Bolu Ağır Ceza Mahkemesine 05.05.2008 tarihli dilekçe ile itiraz ettiğimizi bildirdik.

Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde 15.05.2008 tarihli kararıyla itirazımızın reddine karar verilerek hakkımızda verilen ceza kesinleşmiş bulundu.21 Mayıs 2008'de bana\bize tebliğ edilen nihai kararın yürürlüğe girmesini beklemekteyiz.

Bu kararlar neyi gösterecek konusunda söylenecek söz var. Söylenecek söze dair gerekenleri itiraz başvurularımda öz olarak yazdım.

1)Açık görüşte gidiş-gelişte 50 metrelik mesafede,kameraların gözetiminde,görevlilerin eşliğinde geçen ve yapılan görüşmeye rağmen 5kez arama yapılması keyfi bir hal almıştır. Üst aramanın makul düzeyi aştığı açıktır. Aranan kişi ben olduğuma göre,itiraz hakkı da bana aittir. Makul ötesi olan keyfidir. Ve keyfi olana keyfi demek haktır meşrudur! Kanun yapıcılar öyle insafsız ve antidemokratik ki,slogan atmayı canları istediği zaman ve durumda "gereksiz yere" diye cezalandırma hakkını tanıyorlar kendilerine. Tutuklu ve hükümlüler ise sesini çıkarıp keyfi uygulamaları protesto etmeye hakkı olmayan birer "eşya"dır sanki!Kanunlar gerici,faşist,saçma ve antidemokratikse ne yapmak lazım ?Protesto ve gösteri hakkına ve özgürlüğüne ne oldu o zaman ?Yetkililer bunu dikkate almalı !

2)Üst araması sırasında (ve tüm gidiş-gelişlerde)kameralar çekimdedir. Üst araması yapılırken at tığımız "keyfi aramaya son!" sloganı aramayı engelleyici bit nitelik taşımadığı kamera çekimleriyle tespiti mümkündür. Durum buyken "aramaya direndiğimiz" suçlaması meşru protesto hakkını "suç"a dönüştürmek için başvurulan zorlama bir gerekçeden ibarettir. Yetkililer bunları dikkate almalı.

3)Sözlü ve yazılı savunmalarımız bir şekilde işleme konmayarak karar verilmiştir. Bu tanınan b i r hakkın ihlalidir aslında. Verilecek kararın da en başındaki niyetinin ifadesidir aslında. Dilekçelerimizde buna dair yazdıklarımız yetkiler ve mahkemece dikkate alınmadığı açıktır.

4)Dilekçelerimizde belirttiğimiz üç yazılı savunma ve itiraz sebeplerimizin verilen kararlarda dikkate alınmadığı,gerçeklerin nelere dayandırıldığı belirtilmeyen ilgili kararlardan anlaşılmaktadır. İtirazımızın neden reddedildiği ne İnfaz Hakimliği ve ne de Ağır Ceza Mahkemesi kararlarında yoktur ve anlamak mümkün değildir.

"Gereği düşünüldü", "hüküm" ve "tebliğinde" ile sonuç koymakla yetinilmiştir. Hukuk ve adalet mi...Yetkililer bunları dikkate almadı! Yine !

Şimdi bir ay boyunca "haberleşme ve iletişim araçlarından yoksun bırakma cezası" uygulanacak. Haksız ceza verenleri cezalandırma işlemini hangi hukuk merci yapar acaba?

Beş kez üst araması eninde sonunda değişecek!Değiştiğinde verilen haksız cezaların bedelini kim ödeyecek,bununla ilgili düzenleme olacak mı?Bunlar merak edilecek sorular..

F-Tipi ceza evlerinde "yüksek güvenlik" bahanesiyle abartılar da son derece yüksek! Bu haksızlıklar F-Tipi uygulamalarıyla,ilgili düzenlemelerle ve her bir hapishane idaresinin "mahsus mahal" uygulamasıyla ilgilidir. Bu kadarı da fazla! denecek türden uygulamalara karşı gelmek insan onurunun bir gereğidir.

Bir gazeteci olarak bunu anlatmak benim bir görevim ve şahsi sorunumdur aynı zamanda. Kamuoyuna duyurma da bunun bir parçasıdır

Mehmet Bakır

Bolu F Tipi Cezaevi

Mayıs 2008