Montag, 10. November 2008

TÜRKİYE’DE TARİKATLAR

deutsch/alman: Die Lehre des Lichts verbreitet sich im Dunkeln


GÜCÜ VE ETKİSİ



FETHULAH GÜLEN VE DİĞERLERİ


*Osmanlı İmparatorluğunda Tarikatlar





Tarikat adları

Oluşumu

Kadiri

11. yüzyıl

Rifai

12. yüzyıl

Bektaşi

13. yüzyıl

Mevlevi

14. yüzyıl

Halveti

14. yüzyıl

Nakşibendî

14. yüzyıl

Bayrami

14. yüzyıl

Arvasi

19. yüzyıl

Süleymancı

20. yüzyıl

Nurcu

20. yüzyıl

Işıkçı

20.yüzyıl




Osmanlı imparatorluğu döneminde tarikatlar ve tekkeler resmen tanınıyordu.19. yüzyıla kadar onlar herhangi bir sınırlamaya tabi değillerdi.19. yüzyıldan sonra bu durum değişti.İmparatorluğun kabinesinde ikinci güç sahibi, büyük vezir’den sonraki kişiydi ve pozisyonun adı ‘şeyhülislam’dı. Bünyesinde bir de ‘şeyhler meclisi’ oluşturulmuştu. Kim şeyh olabilir ve hangi tekkede görev yapacaksa ve de orada hangi kuralların konacağını bu şeyhler meclisi belirliyordu. Türkiye cumhuriyeti 1923’de kurulana kadar böyle devam etti. Osmanlı imparatorluğu aynı zamanda şeyhlerin imparatorluğuydu. Acımasız keyfilikte fetvaların yer aldığı, İslami şeriat kurallarına göre yönetilen bir imparatorluktu.

*Türk Devleti’nde Dinci Yapıların V e Tarikatların Rolü

1923’de Türk Devleti’nin kurulmasıyla şeyhlerin imparatorluğuna son verildi. Tarikatlarla Kemalizm arasında keskinleşen iktidar çelişmeleri gelişti.

1924’den sonra tarikatlar ve tekkeler diyanet işleri Başkanlığı’na tabi oldu bir yıl sonra takriri sükûn kanunu ile 3 Mart 1925’de yasaklandılar. 3 Mart 1925’de ‘şeyh Sait Kürt isyanının’ bastırılması temelinde kuzey Kürdistan’da (Türkiye Kürdistan’ında) derhal sıkıyönetim ilan edildi. Türkiye ‘de karanlık bir dönem egemendi ve bu kanunla sendikal faaliyet de yasaklandı vb. Türkiye komünist partisi de yasaklandı. Partinin kurucusu olan 15 kişi daha sonra öldürüldü.’Laik’ Türkiye Cumhuriyeti’nde din devlete bağlı hale getirildi.’Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması’ laik anlayışla çelişse de bu durum günümüze kadar devam eden bir uygulamadır. Laikliğin Türk yorumu uygulanıyor. Din adamı, imamlar devletin atanan memurlarıdır. Diyanet işleri Başkanlığı’nın misyonu dini devlet kontrolü altında tutmaktır. Bu başkanlık sadece İslam dini ve Sünni mezhebine göre şekillenmiştir. Türk Devleti’nin bir dinin ve mezhebinin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Türk Devleti’ni ‘yarı laik’ değerlendirmekte yanlış olmayacaktır.

Din devlete hizmet ediyor ve devletin kontrolündedir Din eleştirisi bugün hala yasaktır ve ceza gerektiren, yani tabu olan alandır. Tarikatlar görünüşte “Tarihe Karışmıştır” Fakat onlar tüm zaman boyunca var oldular. Her şeyden önce politikada kuvvetle hissedilmektedirler. Medyada ve ekonomide kendini hissettiriyorlar. Gerçekte kim şeyh veya sahte şeyhtir denen, ne kadar sahte belli değildir.

1980 askeri cunta döneminde görüleceği gibi, sol devrimci harekete karşı kullanılan ve kontrol edilen dincilik ters tepti ve devlete karşı yönelmeye başladı. Dinciler kendilerine biçilen rollerden daha fazlasını istemeye başladılar. Yani iktidarı. Kemalist kesim ile dinciler arasındaki iktidar mücadelesi zaman zaman sertleşiyor ‘ılımlı İslam’ tanımlamasını en çok hak eden bugünkü AKP hükümeti döneminde dahi Kemalist kesim paranoid bir biçimde hükümetle aralarındaki çelişmeyi sertleştiriyor.

* Tarikatların Gerçek İsteği

Her tarikat veya cemaat adını imamdan, daha doğru tanımla en tepedeki adam – erkekten alır. Caminin ve imamın olduğu yerde Müslüman cemaati içinde mutlaka bir tarikat bulunur.

Tarikatların kendine biçtikleri görev, İslam’ın emirlerini cemaate aktarmaktır. Daha radikal dinciler için cemaat demek; İslam ve dolayısıyla Allah için cihat için kararlı cemaat demektir. İslami kurallar şeriata göre yönetmek ise Kuran’da ve Peygamber Hz. Muhammed’in Sözlerinde belirlenmiştir. Şeriat rejimi istenen rejimdir. Bazıları bunu seçimler yoluyla, bazıları iktidarı zor yoluyla ele geçirmek şeklinde savunuyorlar.

Arvasiler, Nurcular, Süleymancılar ve Işıkçılar Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ortaya çıkan en büyük tarikatlardır. Bunların dışında şeriat rejimi isteyen ‘tarikatlar üstü’ İBDA-C, Hizbullah, Milli Görüş, Hizbu-t Tahrir gibi politik örgütlenmelerde hesaba katılmak zorundadır.

*Para, İktidar Ve Dahası… En Önemli Tarikatlar

*Süleymancılar En Politikler

Süleymancılar Nakşibendîlerden gelen bir tarikattır. Adlarını Süleyman Hilmi Tunahan’dan almaktadırlar. 1979’da öldüğünde cenaze merasimine 50 bin kişi katılmıştı. Süleymancıların bugünkü yöneticisi bir dönem ANAP’da bakanlık yaptı. Süleyman’ın ölümünden sonra bölünmeler yaşadılar. 1981’ de ortaya çıkan Hüseyin Kaplan bunlardan biriydi ve müritlerine kaplancılar dendi. Hüseyin Kaplan öldükten sonra da oğlu Metin Kaplan başa geçti. Daha şimdiden ‘Anadolu İslam Federe Devleti’ni ilan ettiler. Militan bir şekilde Kemalist rejimin yıkılmasını istiyorlar. Başka şeylerin yanı sıra Metin Kaplan, Anıtkabire’ bombalı saldırı girişiminden dolayı Alman devleti tarafından Türkiye’ye teslim edildi ve cezaevinde bulunuyor.

*Nakşibendîler

Daha çok politik alanda etkinler. Bir zamanlar ANAP başkanı ve Başbakan olan Turgut Özal Milli Görüş Hareketi’nin ideologu ve Saadet Partisi’nin başkanı Necmettin Erbakan Nakşibendî Tarikatı mensubudur. AKP’nin Başkanı ve Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ da Nakşibendîci olarak biliniyor. AKP kabinesinin % 50’sinden fazlasının Nakşibendîci olduğu bilinmektedir

Eğitim, medya ve ekonomi alanlarında böyle bir Tarikatın gücünü tahmin etmek zor olmasa gerek

*Işıkçılar

Işıkçılar da Nakşibendî kökenlidir. Hüseyin Hilmi Işık bu tarikatın kurucusudur. Daha çok Türk-İslam sentezine dayanıyordu. 2001 yılında öldü. Işık, İhlâs Holding Başkanı Enver Ören’le tanıştı ve kızını Enver Ören ile evlendirdi. İhlâs Holding endüstri, inşaat, eğitim, bankacılık ve medya alanında faaliyet yürütüyor. TGRT adında iki TV kanalı ve aynı adla bir radyoya, İhlâs Haber Ajansı’na ve Türkiye adında bir gazeteye sahiptir. Işıkçılar da politik olarak biliniyorlar. Bozkurt olarak bilinen faşist MHP’ye merkez sağ parti olarak bilinen Süleyman Demirel’in kurduğu DYP- AP’ye oldukça yakın duran tarikattır. Malatya’da efanjelist Hristiyanların katledilmesinde katillerle bu Tarikat ihlâs holding’e bağlı bir kuruluşla açık bir bağın olduğu ortaya çıktı.

*NURCU TARİKATI

Nurcu Tarikatı adını 1876’da Bitlis ilinde doğan Sait Nursi’den alıyor. Sait’i Nursi Kürt olmasından, Kürt hareketiyle bağları nedeniyle Sadi Kürdi olarak da adlandırılıyor. Nursi 1960’da Urfa’da ölmüştür.

Sait Nursi’nin ortaya çıkışı, Kürt Hareketi ve isyanıyla yakından ilgili olması, şeriat ve halifelik istemiyle, 1957’lerde Menderes hükümeti ile yakın bağlar içinde olması ve günümüzde en güçlü durumda olan Nurcu Fethullah Gülen Cemaati’nce bu tarikatın bulunduğu yer bakımından enteresandır. Bu Yüzden burada Nurcu Tarikatı’na ve etkisine daha çok yer vermek gerekiyor.

Sait Nursi doğduğu yerden İstanbul’a kurtuluş savaşı yıllarında yıkılmakta olan Osmanlı İmparatorluğu yıllarında 31 Mart ayaklanmasına katılmıştır. 31 Mart ayaklanması hilafet ve şeriat kurallarıyla yönetilen yeni bir devlet kurma talebine dayanmaktadır.

Ayaklanma Kemalist hareket tarafından bastırılır. Isparta ilindeki sürgünden tekrar çıkan Sait Nursi o yıllarda kurulan ilk Kürt cemiyetlerinden olan Kürt Teali Cemiyeti kurucuları arasında yer alır.

1922’de yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin meclisine resmi törenle karşılanmak üzere davet edilir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra 1925’de gerçekleşen Şeyh Sait Kürt isyanına katıldığı için İstiklal Mahkemeleri’nce yargılanıp birden fazla ile sürgün edilir. Sürgünde olduğu Barla’da Nur Külliyatı’nı yazmaya başlayarak Nurcu Tarikatı’nın temellerini atmaya başlar. Bu dönemden sonra Kürt ulusal hareketinden vazgeçmiş görünmekte, tarikat yapılanmasıyla kendini sınırlamış olmaktadır. Nur Külliyatı’dan sonra ‘bütün İslam âleminin muhtaç olduğu bir filozof’ olarak görülmeye başlanmıştır. ‘ Zamanın emsalsiz, benzersiz’ i anlamında Bedüzzaman unvanını almıştır müritlerince.

Din ve politikayla yakından ilgilenmeyi sürdürüyor. Ve 1935,1943 ve 1947’de hapse atılıyor. 1950’den sonra tek partili iktidara son verildikten sonra yıldızı parlayan Adnan Menderes’in Demokrat Parti (DP) ve 1957’de DP hükümeti ile yakın ilişki içine giriyor.

1960 Askeri cuntası DP hükümetini devirdi. Ve Adnan Menderes ile arkadaşlarını idam etti. 29 Mart 1960 yılında ölen Sait Nursi’nin cesedinin cunta subaylarınca bilinmeyen bir yere konmak üzere kaldırıldığı bilinmektedir.

Sait Nursi çarşafın kadınlar için ‘kale ve siper’ olduğunu savunmuştur. Kadınların TC mahkemelerinde boşanmalarını ‘ İslam onuruna ve şerefine yakışmadığını’ savunmuştur. Siyasetin dine tabi olmasını, yani din esaslı devlet düzeni olan şeriatı savunmuştur.(Bedüzzaman, 1958, sf. 24–27 Hanımlar Rehberi, sf. 5- 6)

Şeriat ve Kürt isyanına karışmasına ve bu yüzden sürgün edilmesine, hapiste yatmasına, 1960 askeri cuntasında Menderes’e desteğinden ötürü hedeflerden biri haline gelmesine rağmen Nurcu tarikatı bugün Fethullah Gülen cemaati şahsında en parlak dönemini yaşayan bir Tarikat olmayı sürdürmektedir. 11 yıl önce Tarikat örgütlenmesi ve devleti şeriat düzeni temelinde yıkmak istemesi iddiasıyla soruşturma açılan Gülen cemaati gücünden herhangi bir belirgin kayba uğramamıştır. Soruşturma adeta askıya alınmış görünmektedir. Gülen hala ABD’dedir.

Harun Yahya adıyla ortaya çıkan Adnan Oktar ‘Bilim’ Araştırma vakfı da Fethullah Gülen’in cemaati çizgisindedir. Evrim Teorisi’ne karşı ‘Bilim’ ve ‘ Allah Adına’ çalışmalarını sürdürmektedir. Adnan Oktar ve çevresi hakkında soruşturma başlamıştı. Bu vakıf ve Adnan Oktar buna rağmen yayınladığı kitaplarla devlet okullarının bazılarında ders kitabı olarak okutulduğu gündeme geldi.

*Bugünkü Fethullah Gülen Nurculuğu Ne İstiyor?

1996-97’de Fethullah Gülen’e ait sesli ve görüntülü kayıtlar üzerinden soruşturma başlatıldı. Vaiz ve ‘Eğitim’ amaçlı konuşmaları bir dönem yoğun olarak medya tarafından kamuoyuna yansıtıldı. Fethullah Gülen’in dergisi olan ‘Sızıntı’nın konuşma kasetlerini çoğaltıp Mekke’de sattığı içerik de gündeme taşındı. Bu konuşmalarında Fethullah Gülen gerçek amacını ve isteğini ifade ediyor, dini esaslara dayalı Teokratik devletin strateji ve taktiklerini anlatıyordu. Bu uğurdaki çalışmalarının açıktan şeriat istemiyle yapmadan; uzun vadeli, çok yönlü bir örgütlenmeyi dikkatleri üzerine çekmeden yapmaya çalışmak gerektiğini anlatıyordu. İnsanlarını bu temelde göreve çağırıyordu. Hakkında açılan soruşturma bu açık konuşmalara dayanıyordu.

Bugünkü Nurcu Tarikatı’nın Fethullah Gülen ekolü klasik tarikat görünümünden uzaktır. Modern görünüme özen gösteren, koşullara uygun gelişme ilke ve taktiklerle şekillenen bir hat izlemektedir. ‘Ilımlı’ görünmek istemektedir. Ilımlı görünmeyi başarmış görünüyor. Şeriata dayalı Devlet- iktidar isteminden vazgeçmiş, sadece düşündüğü tarzda dini inancını yaşamak isteyen bir cemaat değildir. Saidi Nursi’nin öğretilerini adım adım takip eden bir çizgiye sahiptir. Bu öğretinin temel taşı şeriat rejimidir.’Dinler Arası Diyalog’ çalışmaları 11 Eylül sonrası gündeme oturtulan çalışmalardır. İmaj ve makyaj çalışmalarıdır.

*5- MAİDE:

51- Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez. (Kuran)

Fethullah Gülen’in ‘dinler arası diyalog’ çabasının samimi ve dostça bir girişim olduğundan şüphe etmek, Gülen’in ‘ılımlı İslam’ yaklaşımında olamayacağını düşünmek ona haksızlık olmayacaktır.

*Fethullah Gülen Kimdir?

F. Gülen (1941) Erzurum ilinde doğdu. Din adamı olarak camilerde görev yaptı. Son yıllarda İstanbul’un büyük camilerinde vaiz verdi. Vaizlerinde mutlaka gözyaşı döküp ağlayarak dinleyen cemaati de gözyaşına boğar. Cemaati duygusal olarak etkiyen biri olarak çok bilinir. Kendi televizyon ve radyolarında bu vaizler canlı olarak verilir. Daha sonraları tekrarı yayınlanırdı. ABD’deyken de videobant’a alınan görüntülü- sesli konuşmaları aynı şekilde yayınlanmaktadır. Fettullah Gülen yanlıları ona ‘Hoca Efendi’ diyerek hitap ederler. F. Gülen de Saidi Nursi’den söz ettiğinde ondan genellikle ‘Bedüzzaman’ diye hitap eder. Saidi Nursi ’nin öğretilerine sıkıca bağlıdır. Her vaazında onun öğretilerine atıfta bulunur ve ‘yüce’liğini hatırlatır. Fethullah Gülen günümüzde batıda ‘İslam Öğretileri Liberal Düşüncelerle Savunan ve Dinler Arası Diyalogdan yana, ılımlı İslamcı’ olarak tanımlanıyor. İslam dininin bir lideri olarak Hıristiyan, Yahudi din liderleriyle ‘zirve’ görüşmeleri yapmıştı. 11 Eylül sonrası İslam karşıtı furya geliştiğinde, böyle bir zirvenin ‘İslam Fobisi’ne ılımlı hava katacağından yola çıkılıyordu. Bunda kısmi bir başarı sağlandığı söylenmelidir. F. Gülen’in ülke dışında bulunduğu şu sıralarda çeşitli ülkelerin siyaset adamlarıyla, üniversite yöneticileriyle de ‘zirve’leri oldu. Bunlar basına da yansıdı. Tüm bunlar ‘ılımlı İslamcı’ değerlendirmelerini arttırdı.

Bu yüzdendir ki örneğin, ekonomi dergisi Forbes 2008’deki sayısında F. Gülen’i ‘tüm Müslümanlara ilham veren vaiz’ci , ‘Seküler devleti yıkmak ve şeriat devleti kurmak gibi bir gayesi olmayan’ kişi, Nurcu Tarikatından olmasına rağmen modernite ile bütünleşen öğretileri savunan ‘kişi’ olarak değerlendirdi.

* F. Gülen Cemaati Ve Klasik Şeriatçılık

F. Gülen Cemaati bilinen klasik Şeriatçı gericilerden farklıdır. Daha modern görünümlü ve söylemli, daha ‘ılımlı’ bir İslam görünümüne sahiptir. Görünüşte laikliğe karşı da değil. Bütün bunlar ‘Görünüş’ ü yansıtıyor, gerçeği değil. İslam da reformun olmayacağı, Kuran’ın aynı zaman toplum düzeninin yaşamını düzenleyen şeriat kurallarını içerdiği, bunların yerine getirilmesi gereken emir ( farz) olduğunu savunur tarikatlar. Nurcu Tarikatı da öyle dolayısıyla F.Gülen Cemaati’nin de gerçek düşünceleridir. F.Gülen cemaati, kendisinin ifade ettiği gibi, şeriata giden yolda yapacakları çalışmalarda; dikkat çekmeden, uzun vadeli hazırlık öngörüyor. Devlet bürokrasisiyle iyi ilişkiler geliştirmek ve oralardan insan kazanmak, oralara kendi insanlarını yerleştirmek, sivri çıkışlardan kaçınmak gerektiğini özellikle belirtiyor. Eğitim kurumlarında gençliğe yönelik geniş yelpazede bir çalışmayı hedefliyor ve bunu yapıyordu. Cemaat olarak güçlü bir ekonomik örgütlenmeye özel önem veriyor. Tüm bunları pratikte ‘başarılı’ bir şekilde uyguladığını söyleyebiliriz.

F. Gülen’in ve cemaatinin dönemlerin hükümetleri ve partileriyle iyi ilişkiler geliştirmek, seçimlerde onlara oy verme desteği karşılığında onların desteğini alma politikası güdüyor. Örneğin; ‘sosyal demokrat’ olarak bilinen Ecevit’in partisinin seçimlerde oy patlamasını yapacağını gördüğünde, Ecevit’le görüşme yapmış, açıkça DSP’yi destekleyeceğini ilan etmişti. Ecevit’ ten karşılığını almıştı. F. Gülen cemaatinin ülke içindeki ve ülke dışındaki faaliyetlerinden övgüyle söz etmişti. Bugün Gülen cemaati AKP’nin ve hükümetinin destekçisidir. Tüm bunlar F.Gülen yandaşı ekonomik kuruluşlara kolaylık sağladığını belirtmek gerekir aynı zamanda.

F. Gülen Cemaati’nin bugün devlet kuruluşları içinde güçlü bir konumu vardır. Polis, eğitim kurumları ve diğer kimi devlet kuruluşlarında kalıcı bir temel attıkları görülmektedir.

Kısacası, F.Gülen cemaati Nurcu tarikatı izinde derinden ve enterne bir çalışma ve örgütlenme yürütmektedir. ‘Takiye’ yaparak faaliyet yürütme konusunda özel bir yere sahiptir. Bu çalışma ve başarıları nedeniyle de, diğer tarikatlar için bir çekim merkezi oluşturmaktadır.

* F. Gülen Cemaatinin Sermaye Gücü

Türkiye’de İslami sermayenin 50 milyar dolar olduğu ve bunun 25 milyar dolarının sadece F.Gülen cemaatinin yani, Nurcu tarikatının olduğu ileri sürülmektedir.1982 yılından itibaren doğrudan F.Gülen’in tarikat mensubu veya yakını olan sermaye çevrelerini örgütlemek için toplantılar yaptığı iddia edilmiştir.1982’de Konya ilinde, daha sonrası bir zamanda Trakya bölgesinde Keşan ilçesinde toplantılar yapıldığı ileri sürülmüştür.

F.Gülen cemaatinin yıllık iş hacmini, şirketler bazında, 2 milyar dolar hesaplayanlar var. 56’sı büyük olmak üzere 500 kadar şirketin cemaat bünyesinde bulunduğu biliniyor. Gülen’in onayıyla kurulan İş Hayatı Dayanışma Derneği’nin (İŞHAD) 2000’in üzerinde üyesi bulunduğu, bunların 500 kadarının iş adamı olduğu, ayrıca 17 kadar değişik iş adamları derneklerinin Gülen’i desteklediği ileri sürülmektedir.

1966’da kurulan Asya Finans bankasının 2 milyar YTL ile kurulduğu ve günlük işlem hacminin 1 milyar YTL olduğu tespit edilmektedir. Türkiye’ de Fatih Üniversiteleri 3 tanedir. Azerbaycan’da Çağdaş Öğretim İşletmeleri, Kafkas ve Kazakistan’da Feza Gazetecilik, Ankara’da Örs Hastanesi, Türkiye genelinde 400 kadar şubesi bulunan Işık Sigorta, Gebze Araştırma ve Pazarlama Şirketi bulunmaktadır. Türkiye genelinde 200’ün üzerinde özel okulu, 1000’i aşkın ‘Işık Evi’, 500’e yakın Dershane ve Kurs, 500 kadar öğrenci yurdu, 54 ülkede 150 kadar okul ve 21 öğrenci yurdu, 200 kadar vakıf (sadece İzmir’deki Akyazılı vakfının 300 kadar gayrimenkulü, 46 yurdu, 16 dershanesi ve kimi ticari işyerleri bulunmaktadır.) faaliyettedir. F. Gülen cemaati medya alanında da büyük bir güce, gizli olmayan bir güce sahiptir. ‘Hoca Efendi’ Gülen’in mesajlarını taşıyan kuruluşlardır. Türkiye genelinde 25 radyosu vardır. Bunlardan Mert FM ve Burç FM ulusal çapta yayın yapmaktadırlar. Samanyolu TV (STV), Zaman Gazetesi, Aksiyon ve Sızıntı dergileri de bu medya gücünün önemli parçalarıdır. Sızıntı dergisi felsefi idealizmi propaganda eden eski dergilerden biridir. Zaman gazetesi en çok satılan ücretsiz dağıtılan gazetelerin başında yer almaktadır. Zaman aynı zamanda Türkî Cumhuriyetlerinde ve Avrupa’da günlük yayınlanmaktadır. Kafkaslarda yerel dillerde çıkmaktadır. STV’nin Azerbaycanca yayın yapması da Türk TV’leri alanında tektir. Ayrıca Cihan Haber ajansı da bugün Türkiye de ve Türkî Cumhuriyetlerde büyük ajanslar arasındadır.

F.Gülen cemaatinin Türkiye dışındaki okul, kurs, kültür merkezi gibi kuruluşlarda Türk-İslam sentezi doğrultusunda çalışmalar yaptıklarını propaganda ediyorlar. Bunların tanıtımını yaptıkları durumlarda bu okullarda 7 binden fazla öğretmen çalıştırmaktadırlar. Dershanelerde, ışık evlerinde ve öğrenci yurtlarında kız erkek öğrenciler ‘Abi’ ve ‘Abla’ olarak adlandırdıkları özel görevli öğrencilerle-görevlilerce özel dini eğitime tutulmaktadırlar. Başı açık kızlar bir süre sonra başını bağlar hale gelmekte ve ailelerinin kendileri gibi düşünüp yaşamaması durumunda onları kâfir (din dışına çıkmış) ilan edip kendilerini ailelerinden koparmaktadırlar. Fethullah Gülen cemaatinin ‘Aydın’ müritlerine dönüşmektedirler.

2007’de İncil basıp dağıtan zirve yayınları çalışanlarını öldürenlerin ışıkçı tarikatının bir parçası olan İhlâs Holding’in bir kuruluşu olan yurtta kaldıklarında, Işık Evi’nde Saidi Nursi öğretilerinin eğitimini aldıklarını söylemeleri çok da şaşılacak bir bilgi olmasa gerekir.

EK:

Bir Tartışma:

‘Ilımlı İslam’ veya İslam’da Reform’ ne kadar mümkün?

‘Ilımlı İslam’ tanımı bugün İslam akımları içinde bir gerçeği ifade etmekten çok olması istenen isteği ifade ediyor. ‘Ilımlı İslam’ isteği İslam’ı savunan dini akımların kendi içinden çıkan bir istem değil. Batı Kapitalist- Emperyalist ülkelerin, başta ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) çerçevesinde arzulanan bir istem ve plandır. Doğrudan emperyalizmin güdümünde olmayan veya güdümünden çıkan, çıkma eğiliminde olan El Kaide, Hamas, Hizbullah vb. gibi radikal siyasi İslami hareketlerin gelişimine karşın, batıyla iç içe ve kontrol edilebilir, Uşak- İşbirlikçi konumuna yatkın ‘İslam içinde güvenilir müttefik’ akımı ifade etmektedir. Suudi Arabistan’ın şeriat rejimi kontrol dahilinde müttefik rejimidir. Batılı emperyalistlerin iyi geçindikleri rejimdir. Hatta bu rejim üzerinden ‘Petrol Daha Güvencede’ göründüğünü söyleyebiliriz. Buna karşın İran, El Kaide Öncülüğündeki Afganistan veya Filistin’de Hamas’ın, Lübnan’da Hizbullah’ın, Mısır ve Cezayir’de benzeri radikal İslami Hareketlerin hâkim olacakları rejimler ve ülkeler emperyalist- kapitalist kontrol dışına çıkmış, çıkma ihtimali olan, emperyalist dengeleri değiştiren veya ‘baş ağrıtan’ siyasal rejimlerin olması istenmemektedir. Geçici de olsa istenmeyeceği doğaldır, çünkü çıkarlara uygun olmayacaktır. Bugün İslami hareketlerin önde gelen radikal kesimi ‘anti –Amerikancı’ görünümündedir çünkü karşı karşıya geldikleri güç odur. Dünya jandarması durumundaki ABD’dir. Ne ABD ne diğer batılı emperyalist devletler kontrol dışında gelişecek bir odak istemezler. Bir dönemin Baas rejimi, şimdinin şeriatla yönetilen İran’ı istenmeyen siyasi odaklardır.

Siyasi radikal İslam’ın yaratacağı bir anti- kapitalist tehlike olmamasına rağmen, bilakis kapitalist sistem olmasına rağmen, en baskıcı koşullar oluşturup emek sömürüsü için en elverişli oluşturmasına rağmen, kontrol dışında gelişecek bir odak istenmemektedir.

Bu yüzden kontrol dışına çıkacak bir radikal İslam’a karşılık olarak ‘Ilımlı İslam’ modeli batıyla entegre olmuş model olacak demektir.

‘Ilımlı’dan kasıt öncelikle İslam’ın kendi içinde esnekleşmesi, reforme edilip burjuva hukukuna uyması, şeriat rejiminden vazgeçmesi değil, geçici de olsa kurulu emperyalist dünya sisteminden kopmamasıdır. Mevcut kapitalist ‘batı yanlısı’ rejimler içinde, örneğin TC rejimi içinde, rolünün olması, onu değiştirmeye kalkmamasıdır. Batıdaki Hıristiyan veya kimi Cumhuriyetçi partiler gibi olmasıdır. Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın AKP’sinin ‘Ilımlı İslamcı’ olarak görülmesinin nedeni budur. Evet, AKP’nin mevcut rejimi yıkıp şeriat rejimi kurmak istemediğini söyleyebiliriz. Bu anlamda tanımlandığı şekliyle Ilımlı İslamcıdır. Mevcut düzen partilerinden biridir. Sisteme ve batılı devletlere entegre olmuş partidir. Kemalist kesimin paranoya veya abartı düzeyinde AKP’nin şeriat düzenini getirmek istediği iddiası gerçeği yansıtmaktan uzaktır. AKP’nin şeriat ile bağı, mevcut sistem içinde daha çok İslami yaşantıyı uygulamaya sokmaktır. Bunun, örneğin, Almanya’daki CDU-CSU’ dan özde farklı bir politik-dini bir yaklaşım olmadığı söylenebilir. Üniversitelerde türbanın serbestliğini istemesi AKP’nin şeriat rejimi getirmek için attığı bir adım anlamına gelmiyor.’Türban Kuran’ın Emri’ bir şeriat yasası olarak savunulsa da, bu rejim değişikliği isteği şeklinde değerlendirilemez.

Bugün Dünyada ve Türkiye’de üç İslami akımdan söz edebiliriz. Şeriat rejimi isteyen radikal İslam, mevcut rejimleri değiştirmek isteyen İslami akımdır. Şeriat rejimi isteyip bunu açıktan ilan etmeden örgütlenen, açıktan henüz ilan etmenin zamanı olmadığını, rejimin hedefi haline gelmek kaygı ve korkusu taşıyan İslami akım var. Üçüncü olarak da mevcut sistemi kabullenen, batı yanlısı “Ilımlı İslamcı” akım var.

Bu akımların her birinin her bir ülkede birbirleriyle benzeştikleri, ortak yönleri olduğu gibi, ayrıldıkları ve birbirlerinden jeo-politik farklılıkları vardır elbette. Yine de kabaca bu üç kategoride İslami akımları tanımlamak mümkündür.

Ilımlı İslami partilerden farklı olarak ‘Ilımlı İslam’i tarikat ve cemaatlerin ne kadar ‘Ilımlı’ olabileceği tartışılmalıdır. Onların Kuran’ı, Kuran’ın insan ve toplum yaşamı hakkında emredici dogmalara nasıl baktıklarına bağlı olarak ele alınmak zorundadır. Günümüz Müslüman dünyasında İslam’ı reforme eden bir akım yok gibidir. Buna öncelikle dini akımlar izin vermemekte, reforma gerek olmadığı temelinde karşı çıkmaktadırlar. Varsa bile böyle akımlar baskı altında seslerini çıkaramaz durumdadırlar. Aleviliği İslam’ın beş mezhebinden biri saysak bile ki tartışmalıdır, Aleviliğin İslam’da reform iddiasıyla bir çıkışı yoktur. Aleviliğin daha ılımlı, daha Demokrat olmasının bir nedeni, diğer mezheplerin ve onların egemen olduğu devletin baskısının varlığıdır. Kısacası İslam içinde dinin reforme edilmesini savunan din akımı oluşmuş veya olgunlaşmış değildir. Batılı kapitalist gelişmenin dayatmalarının bir süreci hızlandırması mümkündür. Bugün başta ABD’nin başı çektiği ‘Ilımlı İslam’ yaratma tezinin ne kadar etki yaratacağı süreç içinde görülecektir. Alman Protestan din adamı Martin Luther (1483–1546) gibi bir öncünün İslam’da ortaya çıkması şu andaki verilere göre uzak bir ihtimaldir.

Türkiye gibi yarı-laik ülkelerin devletleri bile dinde reformu teşvik etmemektedir. Diyanet işleri Başkanlığı gibi devlet kuruluşlarına sahip olmaları, Devlet bütçesinden ikinci-üçüncü sırada en büyük bütçe payını bu kuruma ayırdıkları, din adamlarını devlet memuru olarak atadıkları halde; kapitalist sistemin ekonomik- hukuksal işleyişi gereği dinde reformun gereğini dile getirmemektedirler. Sistem gerekli gördüğünde Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla sistemin uygun gördüğü tarzda ‘fetva’ verdirerek çözmeyi tercih etmektedir. Kemalist din akademisyenleri bile İslam’ın yeterince çağdaş olduğunu vurgulayarak dinde reformun gereksizliğine vurgu yapmaktadır. Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk bilinen ve önde gelen isimlerdir. Örneğin, yani en “Ilımlılar” dahi reformsuz İslamcıdırlar.

Geriye Ne Kalıyor? Dinler arası Diyalog Enstitüsü’nün ( Teksas Haustan, ABD merkezli) üyesi Fethullah Gülen mi Kalıyor? ABD’nin besleyip yarattığı El Kaide - Taliban – Usame Bin Ladin’i hatırlamak gerekir. Kimin kimi, ne için ve nereye kadar kullanacağı belli olmuyor.


Mehmet Bakır


Bolu F Tipi Cezaevi


Bolu

Dienstag, 8. Juli 2008

Mehmet Bakır'a iletişim ve haberleşme araçlarından yoksun bırakma cezası verildi!

Mehmet Bakır bundan yaklaşık bir ay önce tutuklu bulunduğu Bolu F Tipi' nde, "haberleşme ve iletişim araçlarından yoksun bırakma" cezasına çarptırıldı. Aşağıda bu cezaya ilişkin kendisinin açıklamaları bulunmaktadır,

Annemle 24 Mayıs 2008 de açık görüşe gidiş-geliş sırasında yapılan üst aranması sırasında "keyfi aramaya son !" dediğim için (Ahmet Özen ve Resul Kocatürk de aynı esnada ve onlara dair de) disiplin soruşturmam 01.04.2008 günü karara bağlanmış ve bir ay süreyle " Haberleşme veya İletişim Araçlarından Yoksun Bırakma Cezası " verilmişti.

5275 sayılı Kanunun 42.maddesinin 2.fıkrasının " e " bendine göre "Gereksiz olarak marş söylemek ve slogan atmak " gerekçesine dayandırılıyor..Dedektör aramasına tekrar direnerek " Keyfi aramaya son ! şeklinde slogan attıkları " şeklinde, biz açık görüşte bulunan üç kişi hakkında tutanak tutulmuştur..

Buna 5275 sayılı kanunun 4.fıkrası gereği " sözlü ve yazılı savunma yapma hakkı "nı belirtilen 3 gün içinde itirazla bildirmek gerekiyordu. Bu kanuna dayanarak ve görevli çağırarak "sözlü savunma " hakkını kullanmak üzere (ben ve Resul olarak ) 27.03.2008 günü ilettik..Bu talebimiz ve hakkımız " yazılı dilekçe " ile yapılmadığından kabul edilmedi., 25.05.2008 de bize isnat edilen "suç" a ve verilen disiplin kararına yazılı olarak 28.03.2008 günü, ben ve Resul ortak imzayla bildirdik..Kİ ,ben ve Resul aynı hücrede kalıyoruz.

Bu dilekçemiz ve itirazımız aynı gün olan 28.03.2008 tarihinde " toplu imza attığımız " gerekçisiyle ve ayrı ayrı yazmamamız halinde işleme konmayacağı, ayrıca " idarenin dilekçeleri fotokopi çekme yükümlüğünün bulunmadığı "gerekçesiyle söz konusu yazılı itirazımız da işleme konulmamıştır. Sözlü ve yazılı savunmamız işleme konmadı. Verilen karara 15gün içinde itiraz süresi içinde 16.04.2008 tarihinde Bolu İnfaz Hakimliği'ne yaptığımız itirazımız verilen cezanın " usul ve yasaya uygun olduğuna " na karar verilerek 24.04.2008 tarihli yazıyla\kararla reddedilmiştir. Bolu İnfaz Hakimliği'nin bu onama kararına bu kez de Bolu Ağır Ceza Mahkemesine 05.05.2008 tarihli dilekçe ile itiraz ettiğimizi bildirdik.

Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde 15.05.2008 tarihli kararıyla itirazımızın reddine karar verilerek hakkımızda verilen ceza kesinleşmiş bulundu.21 Mayıs 2008'de bana\bize tebliğ edilen nihai kararın yürürlüğe girmesini beklemekteyiz.

Bu kararlar neyi gösterecek konusunda söylenecek söz var. Söylenecek söze dair gerekenleri itiraz başvurularımda öz olarak yazdım.

1)Açık görüşte gidiş-gelişte 50 metrelik mesafede,kameraların gözetiminde,görevlilerin eşliğinde geçen ve yapılan görüşmeye rağmen 5kez arama yapılması keyfi bir hal almıştır. Üst aramanın makul düzeyi aştığı açıktır. Aranan kişi ben olduğuma göre,itiraz hakkı da bana aittir. Makul ötesi olan keyfidir. Ve keyfi olana keyfi demek haktır meşrudur! Kanun yapıcılar öyle insafsız ve antidemokratik ki,slogan atmayı canları istediği zaman ve durumda "gereksiz yere" diye cezalandırma hakkını tanıyorlar kendilerine. Tutuklu ve hükümlüler ise sesini çıkarıp keyfi uygulamaları protesto etmeye hakkı olmayan birer "eşya"dır sanki!Kanunlar gerici,faşist,saçma ve antidemokratikse ne yapmak lazım ?Protesto ve gösteri hakkına ve özgürlüğüne ne oldu o zaman ?Yetkililer bunu dikkate almalı !

2)Üst araması sırasında (ve tüm gidiş-gelişlerde)kameralar çekimdedir. Üst araması yapılırken at tığımız "keyfi aramaya son!" sloganı aramayı engelleyici bit nitelik taşımadığı kamera çekimleriyle tespiti mümkündür. Durum buyken "aramaya direndiğimiz" suçlaması meşru protesto hakkını "suç"a dönüştürmek için başvurulan zorlama bir gerekçeden ibarettir. Yetkililer bunları dikkate almalı.

3)Sözlü ve yazılı savunmalarımız bir şekilde işleme konmayarak karar verilmiştir. Bu tanınan b i r hakkın ihlalidir aslında. Verilecek kararın da en başındaki niyetinin ifadesidir aslında. Dilekçelerimizde buna dair yazdıklarımız yetkiler ve mahkemece dikkate alınmadığı açıktır.

4)Dilekçelerimizde belirttiğimiz üç yazılı savunma ve itiraz sebeplerimizin verilen kararlarda dikkate alınmadığı,gerçeklerin nelere dayandırıldığı belirtilmeyen ilgili kararlardan anlaşılmaktadır. İtirazımızın neden reddedildiği ne İnfaz Hakimliği ve ne de Ağır Ceza Mahkemesi kararlarında yoktur ve anlamak mümkün değildir.

"Gereği düşünüldü", "hüküm" ve "tebliğinde" ile sonuç koymakla yetinilmiştir. Hukuk ve adalet mi...Yetkililer bunları dikkate almadı! Yine !

Şimdi bir ay boyunca "haberleşme ve iletişim araçlarından yoksun bırakma cezası" uygulanacak. Haksız ceza verenleri cezalandırma işlemini hangi hukuk merci yapar acaba?

Beş kez üst araması eninde sonunda değişecek!Değiştiğinde verilen haksız cezaların bedelini kim ödeyecek,bununla ilgili düzenleme olacak mı?Bunlar merak edilecek sorular..

F-Tipi ceza evlerinde "yüksek güvenlik" bahanesiyle abartılar da son derece yüksek! Bu haksızlıklar F-Tipi uygulamalarıyla,ilgili düzenlemelerle ve her bir hapishane idaresinin "mahsus mahal" uygulamasıyla ilgilidir. Bu kadarı da fazla! denecek türden uygulamalara karşı gelmek insan onurunun bir gereğidir.

Bir gazeteci olarak bunu anlatmak benim bir görevim ve şahsi sorunumdur aynı zamanda. Kamuoyuna duyurma da bunun bir parçasıdır

Mehmet Bakır

Bolu F Tipi Cezaevi

Mayıs 2008

Donnerstag, 3. Juli 2008

Letter from Mehmet Bakir (english news on www.tuerkeiforum.net )

The letter of 14 May 2008 arrived in Germany on 26 May. The frequent transfers of members of the group have not only resulted in difficulties of communicating with each other (many letters were not forwarded), but led to postcards and letters from abroad not being forwarded to them too. Mehmet Bakir did not receive letters for the last months, but lateley two cards from France were handed over to him. (...)

Full Message here: http://www.tuerkeiforum.net

Dienstag, 18. März 2008

Adalet Bakanlığı'na ve Adalet Bkanlığı Aracılığıyla TBMM Meclis İnsan Hakları Araştırma Komisyonuna

***Mehmet Bakır Tekirdağ Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunduğu süreçte hapishane koşulları ve dava süreciyle ilgili olarak Adalet Bakanlığı'na aşağıdaki yazıyı göndermiştir.
TC ADALET BAKANLIĞI’NA
VE ADALET BAKANLIĞI ARACILIĞIYLA
TBMM MECLİS İNSAN HAKLARI ARAŞTIRMA KOMİSYONUNA
-ANKARA-

KONU: Hapishane koşulları hakkında bilgi ve sevkim hakkında



2002’nin 9 Temmuz’unda İzmir’de polisin göz altısıyla 4 gün İzmir TEM’de polisin psikolojik ve fiziki işkenceli sorgusunu yaşadım. Almanya’dan gelmiştim. Polis, Mehmet DESDE (Alman vatandaşıdır) ile birlikte otel sahibinin aracıyla giderken bizi durdurdu. Üzerimizde ve araçta suç teşkil edecek herhangi bir bulgu yoktu, ki bu tutanakta da sabittir. Suç teşkil edecek bir eylem, bir suçüstü de yoktu.Benim hakkımda sadece iradi kanaate dayanarak işkenceli sorgu ve suçlamalarda bulunuldu. Suçlamaları kabul etmedim. Polisin düzenlediği fezlekede “ susma hakkı”nı kullandığım yazılmakla birlikte bunun “örgüt tavrı” olduğu suçlamasıyla hukuk dışı, kanun dışı davranılmıştır.
“Kod isim” kullandığım iddia edilmiş fezlekede ve fakat kod isim kullanmamın sebebi yoktur.Avukat isteme ve aileme haber verme hakkım alaycı bir şekilde reddedilmiş ve “burası karakol değil” denmiştir, küfür ve hakaret edilmiştir.

13 Temmuz 2002’de çıkarıldığım nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’nce serbest bırakıldım. 15 Temmuz Pazartesi günü savcılığın itirazı üzerine hakkımda uyduruk sebepten yeniden tutuklama kararı çıkarılmıştır.Tatilimi bu halde bitirip 2 Ağustos 2002 günü İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan Berlin’e uçmak üzere pasaport kontrolüne gittiğimde hakkımdaki tutuklama kararı nedeniyle bir gece Vatan Caddesi TEM nezarethanesinde geçirdim. Ertesi gün Beşiktaş DGM savcılığına çıkarıldım. İzmir’e sevk edilmek üzere Bayrampaşa Özel Tip Cezaevi’ne kondum. Bayrampaşa’da konduğum yer “karantina” denen tecrit hücrelerinin bulunduğu, her türlü sağlıklı ve insani koşullardan uzak bir hücreydi ve bir haftaya yakın süre burada tutuldum.
Cezaevine konduğumda hangi tutuklu hak ve yükümlülerinin olduğunu söylemediler. Sözlü talebimiyse “sana söylerler” şeklinde geçiştirdiler. Bir dilekçe yazıp yapılan uygulamanın insan haklarına ve imzalanan uluslar arası sözleşmelere aykırı olduğunu yazıp, yan hücrelerde bulunan diğer dört tutuklu da imzalayınca göstermelik olarak ihtiyaçlarımız karşılandı. Ondan sonra günde 2 saati geçmemek üzere havalandırmaya çıkarılabildik. Sonraki günlerden birinde sağlık nedenleriyle geçici olarak diğer hapishanelerden getirilen tutuklu ve hükümlülerin konduğu bir siyasi koğuşa sevk edildiğim tarih olan 16 Ağustos’a kadar orada tutuldum.
16 Ağustos 2002’de davanın görüldüğü İzmir Kırıklar F Tipi Cezaevine sevk edilmek üzere yola çıkarıldım. Ring aracındaki bölmede oturacak yer 6 kişilik olmasına rağmen, ikişer olarak birbirimize kelepçeli halde 9 kişi bindirildik. 6 kişi otururken ikişer olarak kelepçeli halde diğer üç kişi ayakta veya kıvranarak oturmak zorunda kalarak 1500 km yolculuk yaptık. İstanbul içi cezaevleri, Aksaray/ Karaman’a giden yol güzergahındaki cezaevleri, Aksaray/ Karaman dönüşünde de İzmir yol güzergahı ve çevresindeki yaklaşık 13 kadar cezaevine dur durak yaptıktan sonra, son olarak Kırıklar F Tipi cezaevine 18 Ağustos’ta, yani 3. günde varabildim.
Bu nakil sırasında kelepçeden dolayı kolumda yara izi oluştu. Ayakta kaldığım sırada ring aracının fren yapışı ve viraj alışı sırasında tutunacak yer olamamasıyla da sağ taraftan sırtımın kapı kilidine çarpma sonucunda yaralanmıştı. Oturak bölgem ve bacaklarımda pişikler oluşmuştu. 3 gün boyunca bir iki kez, o da yoğun ısrarlar sonucu, tuvalete götürüldük ama kelepçeler açılmadan. F Tipine geldiğimde “darp edildin mi?” diye sorulmakla yetinildi, şikayetlerim kayıtlara geçmedi.

Yapılan bu muameleleri ilk duruşmada dile getirdiysem de mahkeme heyeti incelemeye almadı. Tahliye olduktan sonra TİHV İstanbul şubesinde psikolojik tedavide poliste gördüğüm muamelenin tanısı kondu. TEM’deki işkenceci polisler, Bayrampaşa Cezaevindeki durumum ve nakil sırasında yaşadıklarımı şikayet konusu yaptım. İşkenceciler hakkında Emniyet’in görevlendirdiği müfettişlere de olayı anlattım. Sonuç: “ işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans” sözlerinin bir anlam taşımadığını, soruşturmaların “delil” yetersizliği vb. bahanelerle soruşturmalar kapatıldı. Soruşturma sonuçları avukatlarıma bildirilmedi.

“Terör” adına yargılanan benim, devlet terörü sonucu yaşadıklarımı ben biliyorum. 2002 yılında peş peşe çıkarılan AB Uyum Paketlerinin ve duruşmalar sırasında çıkmaya devam eden AB Uyum Paketlerinin nasıl dikkate alınmadan, adil olmayan sorgu ve yargılama yapıldığına dair ilgili konularda şahsım ve avukatım adına, dava savunma belgelerinde yer almaktadır. Kanunların nasıl kağıt üzerinde kaldığını, polisin, söz konusu, Bayrampaşa Özel Tip Cezaevinin ve mahkeme heyetinin bu kanunları tanımama ve uygulamama konusunda nasıl kararlı olduklarını gördüm ve bunları ilgili makamlara da bildirdim. Sonuç ortada. Bu durum hala bugün, şu anda bulunduğum Tekirdağ Kapalı Cezaevinde de sürüyor. Bu konuya ilerde değineceğim.

Hakkımdaki Davanın Esasına İlişkin:

İzmir DGM ( daha sonraki isim değişikliğiyle ve aynı heyetle 8. Ağır Ceza Mahkemesi) verdiği karar hukukla bağdaşan karar verildi. Öyle ki, ilk verdiği karar, savunmamız dahi alınmadan (toplam 8 kişi) 21 yıl önce kurulmuş BP/KK-T örgütünü yeni kurmuşuz gibi ceza vermekte bir sakınca görmedi. Mahkeme bunu bilerek yaptı. Bu bariz kararın Yargıtay’dan bozulacağını bile bile verdi. Ve öyle de oldu. Mahkeme bu yolla sürünmemizi istemişti.
Dava yeniden görüldü. Değişen uyum yasaları ve T.M Kanunundaki terör tanımı ve yeniden yargılandığımız 3713’ün 7/2 maddesindeki lehe uygulanması gereken değişiklikler de tekrardan dikkate alınmadı. Oysa aynı mahkeme, bizimle ilgili nihai kararını vermeden ve verdikten sonra başka benzer örgüt davalarında uyum yasalarına göre davrandığını belgeleriyle iddia etsek de, sonuçta 5 kişiye “örgüt üyeliği”nden 30 ay hapis cezası, 1,666 YTL para cezası verdi.

Yerel mahkemenin savcısı, soruşturmayı başlatan ve iddianameyi hazırlayan DGM (8. Ağır Ceza Savcısı) davanın düşmesi/ beraat istemesine rağmen mahkeme heyeti ceza verdi.
Yargıtay’a tekrar giden dosya, Yargıtay Savcısı’nın da aynı temelde istemde bulunmasına rağmen, Yargıtay 9. Ceza Dairesi verilen cezayı onadı. Başka usul ve yetki yanlışları da yapıldı ancak bunlara burada değinmeyeceğim. Tüm bu hukuksuzluğun sebebi anlaşılmaz olarak kalmıştır. Ortada şiddet/terör eylemi yoktur, ispat da edilmemiştir. Hukukun ceza vermemesi gerekirdi, skandal sayılabilecek şekilde hukuk çiğnenerek ceza verildi. Sanıkların hiç biri suçlamaları, örgütle bağlantı iddialarını kabul etmemiştir. Hatta mahkeme sanıkların iyi halinden cezada indirim de yapmıştı. Neden yine de bu kararın verildiği bir hukuk muammasıdır.
Yapılan yargılama uluslar arası gözlemcilerin de şahit olduğu ve hukuksuzluğu dile getirdikleri kamuoyuna yansımıştır. Alman Konsolosluğu ve Büyük Elçisi de bu duruşmaları yakından izlemiş, duruşmalara katılmıştır.

Yerel mahkemenin verdiği karar ve Yargıtay’ın kararı onaması yabancı basın/yayında ve Türkiye basınında geniş yankı uyandırmış ve devam etmektedir.
Uluslar arası Af Örgütü, gazeteci olarak üyesi bulunduğum Alman IG-Medien’in çatı kuruluşu 5 milyon üyeli Verdi sendikası, TİHV ve bir çok başka kuruluş, inisiyatif davayı ve haksız yargılamayı gündemlerine almışlar, açıklama ve protestolarda bulunmuşlardır. Tüm bunlar ilgili T.C Devleti makamlarına ulaşmıştır. “Yargıya müdahale edemeyiz. Biz de yargı bağımsızdır” açıklamalarıyla bu hukuksuzluğa onay veren açıklamalar yapılmıştır ister istemez. Yargı kararları eleştirilmez, tartışılmaz değildir.
Uluslar arası Af Örgütü Merkezi Londra davayı incelemiş ve davada yargılanıp ceza alan beni ve diğer sanıkları “düşünce suçlusu” kurbanı kapsamında değerlendirerek geniş bir rapor yayınlamıştır 2006’da. Aynı kuruluş “Acil Eylem” çağrısı yaparak ilgili mercilere binlerce faks çekilmiştir.

İç hukuk yolları tüketildiği ve olumlu bir gelişme kaydedilmediği için dava; işkence ve adil olmayan yargılama boyutlarıyla AİHM’e taşınmıştır.
Eskinin devamını savunan statükocu, AB uyum yasalarına özde karşı olan, aslında demokratikleşme yönünde atılan adımları, kanunları görmezden gelip tersini yapmaya cüret eden polis, hakim ve savcılar ideolojik kararlarını vermeyi sürdürüyorlar. Hükümetin ve Parlamentonun, Anayasa Mahkemesi’nin tersine uygulamaları hala sürmektedir. Kasım 2007’de basına yansıyan TESEV’in 51 hakim ve savcıyla yaptığı anketin sonuçları bilinmektedir. 26 savcı ve hakimin “söz konusu olan devlet ise” insan haklarının dikkate alınmadığını, almayacaklarını beyan etmeleri durumun vahametini göstermektedir.Hukuk ve adaleti uygulamakla mükellef bu yetkililerin “birey hak ve özgürlükleri”nin her şeyden önce geldiğini, devletin bireyin hak ve özgürlüklerini korumak ve sağlamakla mükellef olduğu batı tipi devletlerin kabul ettiği ve TC Devletinin de imzaladığı yalın gerçeği nasıl devlet despotizmi yönünde kullandıklarını, kullanmak istediklerini göstermektedir.

Benim de yargılandığım davada tam da bu mantıkla hareket edilmiştir. Yerel mahkemenin gerekçeli kararının biçimi ve temeli hukuktan uzak olmuştur. Daha çok, olaya yorum katan, ideolojik yaklaşan bir gazetecinin makalesine benzemiştir. Ben ve diğer sanıklar her ne kadar şiddet, terör eyleminde bulunup savunmasa da diyor gerekçeli karar, bunlar komünisttir; Komünistler ne yapar? Var olan devleti yıkmak isterler. Bugün olmasa yarın, belirsiz gelecekte yapacaklardır. Devlet bu gibi kimselere karşı kendisini korumalıdır ve benzeri değerlendirmeye dayandırmış, “ manevi cebir” yakıştırmasında bulunmuştur. Bunun hukukla alakası, delille alakası olmadığını söylemeye gerek dahi yoktur. Bu şekilde verilen karar Nasrettin Hoca’nın testi fıkrasını hatırlatmaktadır.

İlk defa bir yasal sosyalist gazete alıp okuyan bir kişi örgüte yardım yataklıktan cezalandırılmıştır. Polis sorgu aşamasının sonunda “ senin hakkında elimizde bir bilgi yok ancak senin bu işlerle alakanın olduğunu düşünüyoruz” demiş ve mahkeme kararı da buna uygun verilmiştir. “Kanaat” denen peşin hüküm delil, eylem vb. istemesine gerek bırakmamıştır.

Yargıtay’ın karar onaması sonrası süreç

Dava süresi boyunca tüm sanıklar ve ben duruşmalara katıldık. Yurt dışına kaçmak gibi bir düşüncede olmadım. Tersine verilen kararın ve yargılamanın hukuk kurallarına uymadığını söyleyerek, insan hakları ve demokrasi mücadelesi davası haline getirmek istedim.
Verilen hapis cezasını yerine getirme kararlılığım bu temelde sürüyor, sürdü. Yargıtay 25 Aralık 2006’da kararı onadığını şifahen öğrendikten sonra, yani şubat 2007’den bu yana tebligatın gelmesini bekledim. Hapis yatacağım cezaevinin neresi olacağını belirlemeye ve insan hakları mücadelesini dile getirmeye çalıştım.

On gün içinde adresime ulaşacağı bildirilen tebligatın gelmesi on ay kadar sürdü. Aralık 2007’de şahsen Edirne İnfaz Savcılığına giderek siyasi tutuklu ve hükümlülerin bulunduğu F Tipi cezaevine alınırım diye düşünerek başvurdum. F tipine ancak Adalet Bakanlığı onayıyla olacağını öğrendik ve tekrar İstanbul’a döndük. F Tipine alınmayacağım düşüncesiyle İstanbul’a yakın olan ve orada gazetecilerin de tutulduğu bilgisine Kırklareli’nin Saray ilçesinin cezaevine alınmak üzere oranın İnfaz Savcılığı’na gittim. Saray cezaevinin dolu olduğunu ve zaten siyasi tutuklu bulunmadığını, benim konacağım yer olmadığını, asıl ilgilenen savcının da izinde olduğu söylendi.Aynı savcı Tekirdağ Cezaevi Savcısı’nı arayarak beni Tekirdağ F Tipi’ne verip vermeyeceğini sordu. Telefonda verilen cevap üzerine ertesi gün olan Çarşamba 19 aralık 2007 saat 09.00 için Tekirdağ’a gitmek üzere randevu aldık.

Belirlenen gün ve saatte Cezaevi Savcısı Metin Arda ile görüştük ve beklememizi söyledi. Üç saat kadar bekledikten sonra öğlen oldu. Saat 14.00 gibi bana herhangi bir açıklama yapmadan polis nezaretinde Tekirdağ Kapalı Cezaevine getirildim. Adalet Bakanlığı’ndan gelecek onaya kadar burada geçici olarak tutulacaktım.

Tekirdağ Kapalı Cezaevi’ndeki Durum

Tekirdağ Kapalı Cezaevi’ne konuş biçimim ve burada yaşadıklarım (diğer tutuklu ve hükümlülerle birlikte) insan haklarına aykırıdır.
Buradaki koşullar ve yapılan muamele hak ihlallerine dayalıdır.Burada tek siyasi tutuklu benim ve çeşitli suçlamalar nedeniyle burada bulunan hükümlü ve tutukluların bulunduğu “Tecrit”teyim.

Eski Adalet Bakanı ve hükümet sözcüsü Cemil Çiçek bundan bir süre önce cezaevleri sorununa dikkat çekerek “Cezaevleri yargı organlarının verdiği cezaların çekildiği yerlerdir. Cezaevlerinde bu cezanın dışında ayrıca cezalandırılan yerler değildir” şeklinde bir açıklama yapmış ve hatta bir genelge yayınlamıştı.

Cemil Çiçek’in bu açıklamasının Tekirdağ Kapalı Cezaevi için geçerli olmadığının canlı tanığıyım, yaşayanıyım. Buradaki hiçbir tutuklu ve hükümlü Cemil Çiçek’in yaptığı bu açıklama ertesinde herhangi olumlu bir gelişme yaşamadıklarını söylüyorlar.
Bir gazeteci olarak buradaki gerçek durumu görüp yaşamanın bir mesleki şans mı, kişisel şanssızlık mı olduğu nereden bakıldığına göre değişir düşüncesindeyim. Ne olursa olsun, gördüklerimi ve yaşadıklarımı sineye çekmeyeceğim.

Hakkımda ilk dava açılmıştı ve fakat defalarca aynı dava nedeniyle eziyet üstüne eziyet çektim. Altı aylık tutukluluk sonrası tahliye edildiğimde de sürdü. İzmir Tem polisi, kasten ve bilerek GBT’ye mahkemenin tahliye kararını tersine çevirerek 21.01.2003’teki tahliye kararını tutuklama kararıymış gibi koymuştu. İstanbul-Bakırköy’de Pasaport Bürosu’nda pasaportumun süresini uzatmaya giderken göz altına alınıyorum. Bunu düzeltmenin zorluğunu anlatmaya gerek var mı? Mahkeme kararı istenecek, doğruysa GBT’den yakalama kalkacak! Bakırköy ya da Vatan TEM de yapmıyor. İzmir TEM’e gitmek ve oradan kaldırmak gerekiyordu. Öyle de yapmak zorunda kaldım.

1990’da yaptığım bedelli askerliğimin üzerinden 17 yıl geçmişti. Borcum da kalmamıştı. Pasaportumda da “askerlikle ilişkisi ve borcu yoktur” kaşesi bulunuyordu. 17 yıl sonra GBT’de paranın tamamını ödemediğim, borcum olduğu gerekçesiyle yakalama konmuştu ve yine gözaltı yaşadım. Almanya’daki adresime herhangi bir yazı göndermeden, talep etmeden yakalama çıkarmak oldukça kolaymış. Dava nedeniyle pasaport bürosunda el konan pasaportumdan askerlikle ilgili sayfanın fotokopisini dahi alamadım. Almanya ve Ankara Merkez Bankası’ndan ödediğim makbuzları zar zor temin ettim ve GBt’deki yakalama kalktı. Bu kadar tesadüf olamasa gerek!

Yargılandığım davadan dolayı doğrudan iki kez polisçe göz altına alındım. İki defa da yukarıdaki uydurma sebeplerden dört ayrı cezaevinde ayrı ayrı işkenceden farkı olmayan eziyet çektim. Bu durum hala sürüyor, Tekirdağ Kapalı Cezaevinde sürüyor. Muhtemelen sevk edileceğim hapishanede de devam edecek.
Yani verilen hapis cezasını yatmak istememiz yetmiyor. Bir güzel eziyet çekmek sistemin buyurduğu vazgeçilmez kuraldır.

Cezaevi savcısına, Cezaevi idaresine verilen yetkileri, yetkilerin kötüye kullanımı veya Adalet Bakanlığı’nın onayını gerektiren yetkiler bir tutuklunun veya hükümlünün eziyet çekmesi, kötü muamele görmesi, kötü koşullarda kalması yönünde ve aleyhinde kullanılamaz. Yaşadığım kötü durum tam tersidir. Bu haksızlık için şikayet edeceğim merci hangisidir, bu sorumluluğu kim üstlenecek? Bu duruma koyanlar, buna yol açanların yargılanıp hapse girmesi gerekmiyor mu? Yaşadıklarım ceza içinde ceza değil de nedir? En azından yüklü bir tazminat ödemek gerekmez mi?Kanunlar nezdinde suçlu bile olsa ( ki ben değilim) insani olmayan, (hayvanlara da yapılmaması gereken) eziyetin yapılmaması gerekir.

Somut Olarak Tekirdağ Kapalı Cezaevi’nde Yaşadıklarım Şunlardır:

1- Buraya konduğumda Adalet Bakanlığı’nın çıkardığı ve tutuklu/ hükümlülere verilmesi gereken broşür bana verilmedi. Ayrıca hiçbir tutukluya/hükümlüye verilmiş değildir burada. İnsanlar ( deyim yerindeyse) koyun gibi güdülüyor. Cezaevi yöneticileri lütfedip söylüyor, tutuklu ve hükümlülerin de koşulsuz olarak söyleneni yapması öngörülüyor. Hiç kimseye sözlü olarak da hakları ve yükümlülükleri sözlü olarak anlatılmış değildir, bana anlatılmadığı gibi.

2- Kendi isteğimle verilen cezayı yatmaya geldiğim halde, bana eşlik eden akrabalarımla vedalaşmama izin verilmedi. Apar topar içeri alındım.

3- Siyasi tek kişi yokken, adli tutuklularla bir alışverişim olmayacağından hareketle iç çamaşırları da dahil (itirazıma rağmen) çırılçıplak soyunmamın anlamı nedir?
Bunu yapan bildiğim bir askerdir ve itirazıma rağmen yapmıştır.

4- 19 Aralık’tan (2007) bu yana Tecrit Koğuşu’na kondum. Burası artık kalıcı koğuşa dönüştürülmüştür. Haftalar ve aylardır bu koğuşta kalanlar vardır. Ayrıca her gün en az 4-5 kişi gelip gidiyor. 14 kişilik ranzalı yatak, 3 de portatif yatak vardır. Kaldığım bu süre zarfında geceleyen insan sayısı 25’e kadar çıktı. Daha önce 37 kişiye çıktığı olmuş. Tecrit yaklaşık 30 m2 alana sahiptir. Ranzalar ve 6 kişilik metal dolaplar düşünüldüğünde yatmak, yemek yemek ve hatta dolaşmak için bile her kişiye bir m2 alan düşmemektedir.
Tecrit denen bu yer eskiden kilise veya manastır olan bu binanın morguymuş. Zeminin altında kalıyor. Pencereleri oldukça küçük, güneş ışığını 3-5 dakikadan fazla almayan, oldukça havasız bir yerdir. Pencerenin iki kanadından birinin çerçevesi ve camı yoktur bu kış soğuğunda.
Tuvaletinin havalandırması dışarıya değil, koğuşun içine duvarda açılan deliklerle verilmiştir. El-yüz yıkanan küçücük lavabo aynı zamanda bulaşıkların da yıkandığı tek yerdir. Kantin listesinde wc kağıdının olmaması, ortamın soğuk koşullarına uygun olmaması Hepatit-B hastalığına son derece uygun ortam hazırlamaktadır.

5- Tecrit koğuşunun havalandırma saatleri, kalanların gördüğü muamele, diğer normal koğuşlara göre, daha az ve kötüdür. Her gün gelen yeni tutuklu ve hükümlüler yemek ve çay-şeker gibi ihtiyaçlardan yoksun olarak gelmektedir. İdare yemek ve ekmek dışında başka bir ihtiyacı karşılamamaktadır. Yeni gelenlere yemek, sayı verilmemiş diye, verilmemektedir. Yemek verilse bile bu kişilerin tabak ve kaşığı olmamaktadır. Tutuklu ve hükümlüler yemek ve ekmek dışındaki her şeyi (buna tabak ve kaşık da dahil) kendileri satın almak zorunda bırakılmıştır. Geldiği gün kimsenin kantinden herhangi bir şekilde alışveriş yapması mümkün değildir. Ancak ertesi iş günü mümkün olmakta, o da bin bir zorlukla yapılabilmektedir.
Ben saat 14.00 gibi 1. iş günü Çarşamba tecrite getirildim. O gün alışveriş ve hijyen malzemelerini kantinden temin ettirilmedi. Perşembe gününden itibaren de Kurban Bayramı gerekçesiyle kantin kapalı, sonrasında hafta sonu diye kapalı, gerekçesiyle temel ihtiyaçlarımı alamadım.

6- Cezaevine konduğumda (ve hala) nevresim ve temiz battaniye, yastık verilmedi. Hiç kimseye verilmemiş. Nevresimi olanlar da kendileri getirtmiştir. Yataklar ve battaniyeler kirli ve sağlığa aykırı bir şekilde kullanılmaya devam etmektedir.

7- Dışarıdan hazırlıklı geldiğim halde birlikte getirdiğim diş fırçası-macunu gibi ambalajından açılmamış malzemelerimde bana verilmedi. 5 gün bunlardan yoksun kaldım.

8- Tecritte üç adet suntadan yapılmış derme-çatma sehpa var. Ancak bunlar üzerinde bu kadar kalabalık insanın oturup yemek yemesi mümkün değildir. Bunun için oturak da yeterli değildir. İnsanlar ya ayakta yemek zorunda, ya da sıra beklemektedir. Tuvaletin dibine kadar oturan insanlar yemek yemek zorundalar.

9-Tecrite konduğum gün şansıma boş bir yatak(ranza) bana düştü. Tam da çerçevesi ve camı olmayan pencerenin hizasındaki ranzanın üst kısmında yattım. İki gün sonra hasta oldum. Montum ve çift çorapla yatmış olsam da soğuk almayı ve bronşit olmayı engelleyemedim. İlk pazartesi günü doktora çıktım ve ilaç yazdı. Akşama alırsın dedi. Sormama rağmen, dilekçede belirtmeme rağmen alamadım.

10- Tecritte Cevat Karanfil adında belden aşağısı felçli bir tutuklu da bulunmaktadır. Başka birinin yardımı olmadan tuvalete gidememektedir. Tuvalette küçük ihtiyacını giderirken yarısı koğuşa akmaktadır. Sekiz aydır da ilk duruşma gününü beklemektedir. Kötülük sadece felçli birine yapılmamakta, onun üzerinden yansıyarak diğer insanlara da gelmektedir.

11- Cezaevine geldiğimde valizimde elbiselerimi de getirmiştim. Ütülü ve düzgün katlanmış olarak. Elbiselerim bir çöp poşetine dahi konmadan, atkımdan ve banyo havlumdan bohça yapılarak, yerden yere konduktan sonra darma dağınık olarak bana verildi. Ben ve 20-25 kişiye varan kalabalığın eşyalarını koyacağı bir dolap yoktur. Eşyalar orda burada tutulmak zorunda.

12- Türkiye genelinde olduğu gibi Tekirdağ Kapalı Cezaevi’nde de tutuklu ve hükümlü sayısı kapasitenin iki katına çıkmıştır. Burada diğer koğuşlarda durum vahimdir. 32 kişilik bir koğuşta 60-70 kişi kalmaktadır.

Bu kadar istif edilmiş insan, insanca muameleden yoksun bırakılmış insan demektir. Tutuklu ve hükümlüler arasında, onların İnfaz Koruma Memurları arasında sürtüşme ve kavgaları doğal olarak artmaktadır. Bu durum insani boyutu aşmanın ötesinde tutuklu ve hükümlüleri isyan boyutuna sürükleyecek olan bir tehlikeyi içinde barındırmaktadır. Bu durumun sorumlusu sistemdir, hükümettir, devlet adına yetkili diğer kimselerdir.
18 milyon insan yoksulluk sınırında, 5 milyon insan açlık sınırında yaşıyor (diye haber verdi basın geçen günlerde) . küçük şeylerden dolayı insanlar birbirlerini boğazlar hale gelmişse, sorun sistemin büyük sorunu ve büyük bir toplumsal sorundur. Ceza vermenin tek yolu nerdeyse hapis cezası olarak değerlendirilmektedir.
Sadece 5-10 günlük süreyle “mal beyanı” konularında ayda 150’ye varan insan Tekirdağ kapalı Cezaevine konmaktadır. Yeteri ön soruşturma yapılmadan, savunmalar yeterli oranda alınmadan insanlar tutuklanıp hapse atılmakta ve aylarca/ yıllarca hapiste tutulmaktadır.
“Rahşan Affı” olarak bilinen şartlı salıverme d olmasa bugün hapishanelerin durumu ne olurdu? Yeni bir şartlı salıverme olmazsa ve af çıkarılmazsa birkaç ay sonra ne olacağı bekleniyor?

13- bu hapishanede ve bu koşullarda insanlar haftada bir gün banyo yapabilmektedirler. Ben geldikten 12 gün sonra ancak banyo yapabildim. Bayram diye(!) Pazar günü yapmamız gereken banyo bir sonraki pazara ertelenmişti.

14- Tek siyasi tutuklu olarak değişik suçlamalar(gasp, hırsızlık,uyuşturucu, cinayet, yaralama..vb) sebebi ve iddiasıyla tutulan insanlarla birlikte 19 Aralık’tan bu yana bir arada tutuluyorum. İdareye bir dilekçe yazarak uygun bir yere verilmeyi talep ettim. Ancak talebim “uygun yer yok” gerekçesiyle yerine getirilmedi.
Sevkim gerçekleşinceye kadar açık cezaevi kısmına veya mutfak kısmına da verilmedim. Herhangi bir sorun olması halinde, bunun sorumlusu yetkililerdir. Şu veya bu sebeple can güvenliğimin tehlikeye girmesinden zincirleme tüm yetkililer sorumludur.
Bugüne kadar ve daha ne kadar süreceği belli olmayan sevkim için bir an önce gerçekleşmemesi sonucu çektiğim eziyetin sorumlusu yetkililerdir.

15- Bunların dışında taahhütlü ve APS mektupların fişlerinin gönderene, bu arada bana verilmedi(ki talep ettim, ondan sonra verileceği belirtildi, fotokopisini aldım), okunacak Türkçe ve Almanca malzemelerin tarafıma (dilekçeme rağmen) verilmemesi, Alman meslektaşlarıma (ki Türkçe bilmiyorlar) Türkçe yazmak zorunda bırakılmam gibi başka sorunlar da vardır.

Ne ben, ne bir başkasının yaşamaması gereken hak ihlallerini yukarıda dile getirmiş bulunmaktayım. Bu ihlaller gündeme geldiği ölçüde bunları dile getirmek, haksızlığı kabullenmeksizin itirazımızı yükseltmeyi ve bunları aynı zamanda Türkiye ve yurt dışında kamuoyuna duyurmayı bir gereklilik ve görevim olarak görüyorum.

İlginize sunarım

Mehmet BAKIR (Gazeteci, hükümlü)
07-01-2008

Tekirdağ Kapalı Cezaevi
Tecrit Koğuşu

Montag, 11. Februar 2008

Mehmet Bakır Bolu F-tipi Cezaevi'nde/Mehmet Bakır is in Bolu F- Type Prison

Mehmet Bakır, haftasonu Tekirdağ F-Tipi Cezaevinden Bolu F-Tipi Cezaevine gönderilmiştir.

Yeni iletişim Adresi:
MEHMET BAKIR
BOLU F TI.PI. CEZAEVI.
B2. 3 - 58
BOLU
TURKEY



............................................

Mehmet Bakır is in Bolu F- Type Prison since 2nd/3rd February.

His new address is:
MEHMET BAKIR
BOLU F TI.PI. CEZAEVI.
B2. 3 - 58
BOLU
TURKEY

Mittwoch, 6. Februar 2008

HAPİSTEKİ KÜÇÜK İNSAN

Yaşlısın,gençsin hatta çocuksun
Küçük hesapların kurbanısın
küçük insansın

Boyun,posun ,yaşından ötürü değil
Büyüttüğün küçük şeylerden
Sana biçilen statüden
küçük insansın

Zavallısın küçük adam
Çaresizsin küçük kadın
Küçüklüğü çocukluğundan olan
Yaktığın canda küçük insanlar

Küçüksün insancık
Yerin park,yerin oyun
Ailen ne kodaman,ne sayın
Aileden,eğitimden diyen
Koruyor kendini senden
küçük insancık

Erkek dünyanın kurbanısın elbette
Kaldırdığın başın dertte
Kaldırdığın,indirdiğin
balta bıçak her neyse

Çatlayan sabır taşınsa
Küçük adamdan aldığın öçse
Dört duvardır yine düşen şansına
Örgülü tel duvarlar yeni mekanın
kadından küçük insan

Zordan zorbalıktan
Atlayamadığın hendekten
Kıssadan hisseden
Eften püften
Dönemediğin köşeden
Yediğin damga devletten
Buyurulan yerdesin
ufku kadar küçük insan

Bir başın gibi teksin
Özünde hoşsun
Bardağın yarısı gibi boşsun
Paramparça ve hoyratsın
Kafandaki kahramansın
Kaldığın yerde teferruatsın
Hem farkında hem değilsin
Hayatın kadar ucuz
ve piyasada bolsun

İçerdeki kalabalıkta yalnızsın
Kendini üretiyorsun,üretiyorsun
suçlu küçük insan

Aç,açık,yoksul, işsizken
Hukuk gak gukken
Çarkında öğütülmüş çer çöpken
Üretilip hapsedilen tozsun
küçük insan

Adi-adli diyorlar
Dillerini sürtüp sürçüyorlar
Asın,kesin diyorlar
Korkuyorlar senden
sen onlardan

Fareden korkanlar gibi
Hapsediyorlar seni
küçük insan

Kabuğun hırsız,gaspçı,cani, torbacı
Kabadayı,dolandırıcı
Bardak kadar şeffaf,cıbılak
Bardağın dolu kısmı kadar açıksın
insansın,küçük suçlu insan

Hem kadın hem erkeksin ve de çocuksun
Aslında hoşsun ama bir o kadar da boşsun,boşluktasın
Kaderin değil yazanlarının mahkumusun
Kaderini çizenlerden
Kendinden büyük küçük işlerinden
Çarklarında toz buz edenlerden

Kurtulacağın günlerden
İstisnadan değil kuraldan
Büyük insanlıktan bahsettiğin anda
küçük insan
Büyüyeceksin o her zaman…


Mehmet BAKIR
07 Ocak 2008
Tekirdağ Kapalı Ceza Evi ( Tecrit Koğuşu )

***Mehmet Bakır, bu şiiri Tekirdağ Kapalı Cezaevi'nde kaldığı sürede, 21. günde siyasi olmayan tutuklular üzerine yazmıştır.

Montag, 4. Februar 2008

Mehmet Bakır is in Bolu F Type Prison!

Turkısh


Mehmet Bakır, haftasonu Tekirdağ F-Tipi Cezaevinden Bolu F-Tipi Cezaevine gönderilmiştir. Bu Sabah cezaevini aradığımızda, bize bu bilgiyi verdiler. Şu an itibariyle kendisiyle görüşemedik ve neden Bolu'ya gönderildiğini vs.. bilmiyoruz. Ziyaret günü Pazartesi, önümüzdeki Pazartesi kendisini ziyaret edeceğiz.Son durumu ile ilgili gelişmeleri, ziyaret sonrasında sizlere mail yolu ile bildireceğim.Yeni iletişim Adresi:

MEHMET BAKIR
BOLU F TİPİ CEZAEVİ
BOLU


Englısh

Mehmet Bakır is in Bolu F- Type Prison since the weekend! We called Tekirdağ F-type prison this morning and learnt this information. We could not talk to him yet and don't know why he has been sent to Bolu! His visit date is Monday and we will visit him next monday. I will inform you about his last position and details by e-mail after the visit next week.
His new address is:

MEHMET BAKIR

BOLU F-TYPE PRİSON

BOLU/ TURKEY

Dienstag, 22. Januar 2008

Verlegung in das F-Typ Gefängnis Tekirdag 2/Move to Tekirdağ 2 numbered F- Type prison

Mehmet Bakir wurde letzte Woche von der Haftanstalt Tekirdag in das F-Typ Gefängnis Tekirdag 2 verlegt. Seine neue Adresse ist:

Mehmet BAKIR
TEKIRDAG 2 NOLU F TIPI CEZAEVI
TEKIRDAG / TÜRKEI

............... türkçe .......................

Mehmet Bakır geçtiğimiz hafta Salı günü Tekirdağ Kapalı Cezaevi'nden , Tekirdağ 2 nolu F-tipi Cezaevi'ne gönderildi. Yeni Adresi;

Mehmet BAKIR
TEKIRDAĞ 2 NOLU F TİPİ CEZAEVİ
TEKİRDAĞ / TURKEY

............... english .......................

Mehmet Bakır has been sent to Tekirdağ 2 numbered F- Type prison from Tekirdağ closed prison last week. His new Address is:

Mehmet BAKIR
TEKIRDAĞ 2 NOLU F TİPİ CEZAEVİ
TEKİRDAĞ / TURKEY

Dienstag, 15. Januar 2008

Kötü Cezaevi koşuları/Miese Haftbedingungen/Bad imprisonment conditions (türkçe/deutsch/english)

Mehmet cezaevine girdiğinden beri 14 kişi için öngörülen bir toplu koğuşda tutuluyor. Yılbaşında bu koğuşta 18 kişi vardı şimdi ise 30 kişi bulunuyor. Hijenik koşular çok kötü, sadece bir WC ve bir küçük lavabo bulunuyor, aynı zamanda bardak ve tabak da burada yıkanmak zorunda. Haftada bir kez banyo günü. Koğuş yeterince sıcak değil, Mehmet grip olumuş ve bronşit olacağından endişeli. Cezaevi doktorunun yazdığı bir ilaç günler sonrasında bile eline teslim edilmedi (31.12.2008 tarihili durum). Mehmet’in tüm bunlara ragmen durumu iyi. Kendisi ‘politik bir tutsak ve gazeteci olarak kabul gördüğü ve tutsaklar arası diyaloğu iyileştirmeye katkı sunduğu’nu beliritiyor mektubunda. Başka politik tutsakların bulunduğu cezaevine gönderilme başvurusu işlemi sürüyor. Aslında cezaevi yönetimi başka bir cezaevine gönderilmesini destekliyor çünkü; onlara göre. Mehmet’in diğer tutuklulara kötü bir etkisi olduğu kanısındalar. Mehmet yazdığı mektup’ta hergün saat 9-11.30 ile 13-15.30 arası havalandırmaya çıktığını belirtiyor. Bu fazla havlandırma saat’inin sebebi koğuşta çok sayıda insanın yaşıyor olmasından kaynaklansa gerek. Mehmet adresı

Mehmet BAKIR
TEKIRDAG KAPALI CEZAEVI
TEKIRDAG
TURKEY



............... deutsch .......................

Mehmet befindet sich seit Beginn der Haft in einer Art Durchgangs-Sammelzelle, die für 14 Personen ausgelegt ist. Um die Jahreswende war sie mit 18 und zur Zeit ist sie mit 30 Menschen völlig überbelegt. Die hygienischen Verhältnisse sind schlecht, es gibt nur ein WC und ein kleines Waschbecken in der Zelle in dem auch das Geschirr gewaschen werden muss. Badetag ist einmal in der Woche. Die Zelle ist ungenügend beheizt, Mehmet hat sich erkältet und befürchtet eine Bronchitis. Ein vom Gefängnisarzt zugesagtes Medikament wurde auch Tage später nicht ausgehändigt (Stand vom 31.12.2007).
Mehmet ist aber trotzdem guter Dinge, er ist als politischer Gefangener und Journalist bei den Mitgefangenen anerkannt und konnte auch dazu beitragen, dass der Umgang unter den Gefangenen besser ist. Sein Antrag auf Verlegung in ein anderes Gefängnis zu anderen politischen Gefangenen läuft. Im Prinzip ist die Gefängnisleitung für seine Verlegung, da er einen in ihrem Sinne schlechten Einfluss auf die Mitgefangenen hat.
Mehmet schreibt auch, dass jeden Tag von 9 - 11.30 und 13 - 15.30 Uhr Hofgang ist, das scheint wohl einen gewissen Ausgleich zu der schlimmen Überbelegung der Zelle zu bieten.

Mehmets Adresse im Gefängnis:

Mehmet BAKIR
TEKIRDAG KAPALI CEZAEVI
TEKIRDAG
TURKEY


............... english .......................

Bad conditions

Since the beginning of his imprisonment Mehmet is in a provisional cell designated for 14 prisoners. At the end of the year it was overcrowded with 18 people and at this time with 30 people. Hygiene conditions are bad. There is only one toilet and a small wash basin in the cell which is also used for washing the dishes. Once a week is bathing day. The cell is not heated adequately. Mehmet got a cold and expects to get a bronchitis. A medicament the prison doctor promised was not given to him even days later (situation from 31/12/2007).

Mehmet is in a good spirit despite all this. He is accepted by the other prisoners as a political prisoner and journalist and was able to contribute to better relations between them. His application for a move to another prison where are other political prisoners is in progress. In principle the prison administration is in favour of him being moved because of his influence on the other prisoners. Mehmet also writes that from 9 to 9.30 and 13-15.30 they are allowed to go to the prison courtyard. This is maybe a bit a balance fort he bad overcrowding of the cell.

Mehmets adress in prison:

Mehmet BAKIR
TEKIRDAG KAPALI CEZAEVI
TEKIRDAG
TURKEY